Devletin Parası Halkın Parasıdır
23 Eylül 2025

Türkiye’de devletin yaptığı yatırımlar çoğu kez “lütuf” gibi sunuluyor. “Devlet yaptı, devlet baba verdi” sözlerini her gün duyuyoruz.

Oysa unutulan temel gerçek şudur: Devletin kasasındaki para, halkın ödediği vergilerden ve alın terinden oluşur. Yani helalinden bizim paramızdır.

Devlet ve Hükümet Arasındaki Fark

Bunu ne iktidar anlıyor, ne de halk. Dışişlerindeyken göğsümüzü gere gere “Biz hükümetin değil, devletin memuruyuz; kararnamemizi cumhurbaşkanı yani devletin başı imzalar” derdik. Ve de ona göre hareket ederdik.

Hükümetler seçimle gelir, seçimle gider. Devletin kurumları ve misyonu ise kalıcıdır. Ama Türkiye’de hâlâ bu iki kavram birbirine karıştırılır. Kimi dönemlerde yargı, yürütme, medya ve devlet kurumları tek merkezden kontrol edilmeye başlanır. Bu da hem şeffaflığı hem hesap verebilirliği zedeler; otoriterliğin zeminini hazırlar.

Gerçek demokrasilerde vatandaş bilir ki devletin yaptığı her yatırım kendi vergisiyle, kendi katkısıyla ve kendisi adına alınan kredilerle finanse edilir. O nedenle de hesap sormaktan çekinmez. Cebindeki paraya gösterdiği özeni, devlete verdiği paraya da gösterir.

Bütçe Gerçekleri: 2024–2025

Türkiye’nin kamu maliyesi bugün çarpıcı bir tablo sunuyor:

•2024’te merkezi yönetim bütçe açığı 1,65 trilyon TL’ye ulaştı. Bu, millî gelirin yaklaşık %6’sına karşılık geliyor.

•2025’in ilk yarısında borç faiz ödemeleri 1,2 trilyon TL’yi buldu.

•Toplam kamu borcu 2025 ortasında 8,5 trilyon TL’yi aştı. Bunun yaklaşık %65’i döviz cinsinden ve kısa vadeli.

•Merkez Bankası’nın döviz rezervleri büyük ölçüde swap düzenlemeleriyle ayakta duruyor.

•Vergi yükü artıyor: 2024’te toplanan vergilerin %70’i dolaylı vergilerden (KDV, ÖTV) geldi. Yani en çok yük orta sınıf ve dar gelirlinin sırtında. Büyük servet sahipleri ise ne ciddi vergi ödüyor ne de servetlerinin kaynağını açıklama zorunluluğu taşıyor.

Kısacası, vatandaş adil olmayan şekilde vergisini ödüyor; devlet bu vergileri har vurup harman savuruyor. Genç emeklilik uygulamalarıyla bütçe daha da zedeleniyor, kamu varlıkları özelleştirme adı altında değerinin altında satılıyor, yetmeyince yeni borçlanmalarla çark dönmeye çalışıyor.

Harcama Öncelikleri

Devletin asli görevleri bellidir: altyapı, eğitim, sağlık, güvenlik ve adalet. Buna rağmen “prestijden tasarruf edilmez” anlayışıyla yüz milyarlarca lira saraylara, uçaklara, şatafata, kalabalık heyetlere ve geri dönüşü olmayan “ahbap-çavuş” kredilerine gidiyor.

2025 bütçesinde:

•Savunma ve güvenlik harcamaları 1,3 trilyon TL’yi geçti. ABD Başkanı Trump daha da arttırılmasını istiyor.

•Eğitim harcamalarının payı hâlâ düşük. OECD ortalaması %11–12 iken bizde bu oran çok daha geride. Aslında en az %15 olmalı ve nitelikli eğitime kanalize edilmeli.

•Sağlık harcamalarının payı %7,5’te kaldı. Pandemi sonrası artış beklentisine rağmen oldukça yetersiz.

Vatandaşın beklentisi, “devlet baba”dan kendi parasını bağış ve ulufe olarak almak değil, vergisinin karşılığını nitelikli hizmet olarak görmek.

Borç ve Özelleştirme Kısır Döngüsü

Türkiye, 1980’lerden bu yana özelleştirmelerle yüz milyarlarca dolar gelir elde etti. Cumhuriyet’in ilk yıllarından kalan pek çok kamu iktisadi teşekkülü satıldı. Ancak bu satışların önemli bir bölümü yatırıma değil, cari harcamalara ve borç geri ödemelerine gitti.

Bugün aynı döngü hâlâ devam ediyor: borçlanma → faiz ödemeleri → yeni borç → kalan varlıkların satışı. Bu kısır döngü kırılmadıkça sürdürülebilir mali yapıdan söz edemeyiz.

Çıkış Yolu: Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik

Türkiye’de demokrasi sandıkla sınırlı kaldığı sürece bu tablo değişmez. Esas dönüşüm, “hesap sorma kültürü” yerleştiğinde başlar:

•Vatandaş vergisinin nereye harcandığını bilmeli ve öğrenebilmeli.

•Bütçe kalemleri şeffaf olmalı.

•Kamu yöneticileri her kuruşun hesabını halka vermeli.

•Parlamento gerçek bir denetim gücü kullanabilmeli.

Sonuç

Devletin kasasındaki para “devletin parası” değildir; halkın, yani hepimizin ortak parasıdır. Bu para, devlete emanet edilmiş bir fondur. Eğer vatandaş bu gerçeği kavrar, vergisine sahip çıkar ve hesabını sorarsa, işte o zaman gerçek demokrasi Türkiye’de kökleşmeye başlar.

Aksi halde, on yıl sonra da başka iktidarlar gelir, aynı yakınmalar devam eder.

ÇOK OKUNANLAR