Huzur çoğu zaman bir mekâna, bir insana ya da bir olaya bağlanır gibi görünse de aslında en çok kendimizle olan ilişkimizde saklıdır. Evimizde, iş yerimizde ya da yalnız kaldığımız anlarda bulduğumuz huzur; dış koşullardan ziyade iç dengemizin bir yansımasıdır.
Evde huzur, dört duvar arasında kurulan düzenin ötesindedir. Bir odanın ışığı, bir sehpanın üzerinde unutulmuş kitap, mutfaktan gelen kahve kokusu… Bunların hepsi kendi içimizde kurduğumuz uyumun küçük ama güçlü sembolleridir. Evine gelen kişiyle paylaştığın tebessüm, kapını açtığında seni karşılayan kedinin mırlaması ya da sessizlikte duyduğun kendi nefesin; evin huzurunu belirler.
İş yerinde huzur ise çoğunlukla göz ardı edilir. Oysa günümüzün büyük kısmını geçirdiğimiz iş ortamı, ruh sağlığımızın ve üretkenliğimizin temelidir. Huzurlu bir iş yerinde sadece görevler yerine getirilmez; aynı zamanda insanlar birbirinin yükünü hafifletir. Bir iş arkadaşının sana bir bardak su uzatması, yoğun bir günde küçük bir es verip nefes alabilmek, birlikte gülünecek bir an yakalamak, huzurun iş yaşamındaki tezahürleridir.
Ama hepimiz biliyoruz ki bazı insanlar, huzuru bulmakta zorlanır. Geçmişten getirdikleri, ruhlarına adeta monte olmuş huzursuzlukları, heybelerinde hayatlarının her alanına taşırlar. Bunun suçlamak ya da yargılamakla ilgisi yoktur; bu daha çok psikolojik bir analizdir. Psikoloji literatüründe bu durum “öğrenilmiş huzursuzluk” ya da “negatif şema”larla açıklanır. Çocuklukta yaşanan travmalar, aile içi güvensizlikler ya da sürekli eleştiriye maruz kalmak, kişinin bilinçdışına “huzurun kalıcı olmadığı” inancını yerleştirir.
Araştırmalar, bu kişilerin bilinçsizce huzurlu ortamları sabote ettiklerini gösteriyor. İlişkilerinde kavga çıkarabilir, iş yerinde küçük bir tartışmayı büyütebilir ya da kendi yalnızlıklarında bile huzursuzluk yaratacak bahaneler bulabilirler. Buna psikolojide “self-sabotaj” yani öz-sabotaj denir. Çünkü huzur, onlara yabancı bir duygudur; huzursuzluk ise tanıdık ve güvenli gelir.
Ve en önemlisi, kendinle baş başa kaldığında hissettiğin huzurdur. İnsan dışarıya yansıttığı tüm duyguların kaynağını kendi içinde taşır. Zihninin sustuğu, kalbinin dinginleştiği o anlarda gerçek huzuru tadarsın. Kendinle kavgalıysan evin de gürültülüdür, işin de yorucudur. Kendinle barışıksan kalabalığın ortasında bile bir vaha bulursun.
Huzur, aslında bir seçimdir. Nerede olursan ol, hangi koşulda yaşarsan yaşa, onu yanında taşıyabilirsin. Ama unutmamak gerekir ki, huzuru sabote eden kendi alışkanlıklarımızı, geçmişten getirdiğimiz yükleri fark etmek; huzura giden yolun ilk adımıdır.
Ve dilerim ki hayatın yollarında, bize eşlik eden huzur dolu insanlar, gölgesine sığındığımız mekânlar ve kalbimizi yumuşatan anlar hep önümüze çıksın.