Siyaset Koltuk Değil, Misyon Olmalı
25 Eylül 2025

Türkiye’de her seçim dönemi yaklaştığında aynı soru yeniden beliriyor: “Ülkemizde bu kadar nitelikli, vizyon sahibi, dünyaya açık insan var ama neden siyasete girmiyorlar?”

Bu, sadece bir merak sorusu değil; siyaset kurumunun temel bir açmazına tutulmuş ayna.

Ben de uzun yıllar devlet, diplomasi, uluslararası kuruluşlar ve özel sektörün en üst düzeylerinde görev yapmış biri olarak bu tür sorulara sık sık maruz kalıyorum.

“Elini taşın altına koy artık, vizyonunu fiiliyata geçir, ülkeye katkın olsun” diyorlar. Haklı bir çağrı bu. Ancak sahadaki gerçeklik, iyi niyetli davetleri çoğu zaman boğan bir duvar gibi karşımıza çıkıyor.

Çünkü çoğu nitelikli insan aynı yanıtı veriyor: “Siyaset bize göre değil, zaten bizi istemezler.”

Bu yanıt, Türkiye’nin en temel sorunlarından birine işaret ediyor: kaliteli, icracı ve vizyoner insanların siyasete girmemesi. Ve bu durum ne yalnızca bireylerin çekingenliğiyle ne de konfor alanını terk etmeme refleksiyle açıklanabilir.

Sorunun kökü, siyasal yapının ve kültürün kendisindedir.

Siyaset ile Kaliteli İnsan Arasında Derin Uçurum

Sorunun temelinde büyük bir uyumsuzluk yatıyor. Siyasetin dili, kültürü ve pratiği ile nitelikli insanların dünyası birbirine uymuyor. Yıllarını akademiye, bilime, uluslararası ilişkilere ya da özel sektör başarısına adamış bir insan siyasete adım attığında, onu çoğu zaman bitmek bilmeyen delege savaşları, hizip mücadeleleri, sosyal medya linçleri, hakaretler ve itibarsızlaştırma kampanyaları karşılıyor.

Böylesi bir ortamda düşünen, sorgulayan, dünyaya açık vizyoner insanlar ya hızla yıpranıyor ya da süratle sistemin dışına itiliyor. Zemin, fikirlerin değil, kişisel sadakatin geçer akçe olduğu bir düzene dönüşmüş durumda. Eleştiren, farklı düşünen insanlar dışlanırken, sorgusuz itaat edenler yükseliyor.

Aklı başında kimse böyle bir “deli gömleği”ni gönüllü giymek istemez. Ama meydanı boş bıraktığınızda da bugün şikâyet ettiğimiz zihniyetin hüküm sürmesi kaçınılmaz oluyor.

Sadakat Liyakatin Önünde: Ekip Kuramayan Liderlik

Sorunu sadece bireylerin tercihlerine bağlamak kolaycılık olur. Asıl belirleyici olan sistemdir. Türkiye’de siyaset çoğunlukla tek bir kişinin etrafında sadakat temelli kadrolarla yürütülüyor. İtiraz eden dışlanıyor, farklı sesler bastırılıyor. Oysa liderlik, bir kişinin karizması kadar etrafındaki ekibin niteliğiyle anlam kazanır ve ülkeyi ileri taşır.

Sadakat liyakatin önüne geçtiğinde vizyoner ekipler kurulamaz. Bu da siyasetin kalitesini düşürür ve nitelikli insanların ilgisini daha en baştan kırar.

Böyle bir düzende siyasete girmek isteyenlerin sayısı azalır, mevcut kadrolar ise kendilerini yeniden üretmeye devam eder.

Atatürk’ten Bugüne: Dönüştürücü Liderlere Alan Daralıyor

Tarih bize hem sorunun ciddiyetini hem de çözümün mümkün olduğunu gösteriyor. Mustafa Kemal Atatürk, on beş yıl gibi kısa bir sürede çökmüş bir imparatorluğun küllerinden çağdaş bir cumhuriyet inşa etti. Bu ölçekte bir dönüşümü başarabilen lider sayısı dünyada bir elin parmaklarını geçmez.

Bugün Atatürk çapında liderlerin çıkmamasının nedeni sadece bireylerdeki eksiklikten değil, onlara alan açmayan siyasal düzen ve toplumsal iklimden kaynaklanıyor. Farklı düşüneni dışlayan, eleştiriyi tehdit sayan, sadakati liyakatten üstün tutan bir yapı içinde yeni Atatürk’lerin filizlenmesi güçtür.

Oysa Atatürk, en umutsuz anda unvanlarını geride bırakıp halkının arasına karıştı ve çok daha zorlu koşullarda köklü reformlar gerçekleştirdi.
Bu da bize, imkânsız gibi görünen şeylerin doğru liderlik ve doğru iklimle mümkün olabileceğini hatırlatır.

Batı’da Misyon, Türkiye’de Meslek: Kültürel Bir Fark

Batı demokrasilerinde siyaset çoğu zaman bir misyon olarak görülür. İş dünyasından ya da akademiden gelen isimler belirli bir süre siyasete girer, katkısını sunar ve görev süresi dolunca sahneden çekilir.

ABD’de Michael Bloomberg gibi örnekler, Avrupa’da kriz dönemlerinde devreye giren Mario Draghi gibi teknokratlar, Singapur ve Güney Kore’de devlet kapasitesini büyüten bilim ve teknoloji kökenli siyasetçiler…

Hepsinde ortak payda, siyasetin kariyer değil, sorumluluk alanı olarak görülmesidir.

Bizde ise siyaset bir ömür boyu meslek hâline gelmiştir. Koltuk, sağladığı ayrıcalıklarla yapıştırıcı etkisi gösterir. Bir kez sahneye çıkan çoğu isim, inme fikrini gündemine dahi almaz. Bu da yeni oyuncuların sahaya girmesini zorlaştırır, siyasetin kendini yenilemesini engeller.

Siyasetin Cazibesi Yanlış Yerden Geliyor

Ayrıcalıklar meselesi bu tabloyu daha da pekiştiriyor. Milletvekilliği ve yüksek siyasal makamlar, Türkiye’de yalnızca bir görev değil, aynı zamanda geniş bir imtiyaz paketi anlamına geliyor. Maaşlar ve ödenekler ülke ortalamasının çok üzerinde; iki dönem vekillik yapan biri başka hiçbir yerde çalışmasa bile yüksek emekli maaşı hakkı kazanıyor.

Milletvekilleri ve aileleri öncelikli sağlık hizmetlerinden yararlanıyor; barınma kolaylıkları, geçmişte düşük maliyetli yazlık imkânları, ücretsiz ulaşım, resmî araç ve şoför tahsisleri, bürokrasiye ve kamu kaynaklarına doğrudan erişim… Bütün bunlar siyaseti geçici bir hizmet alanı olmaktan çıkarıp kalıcı bir sigorta hâline getiriyor.

Dışarıdan bakan nitelikli insanlar içinse siyaset, toplum hizmetinden çok kişisel menfaat alanı gibi algılanıyor. Bu algı, siyasetin çekim gücünü artırmak yerine azaltıyor.

Nitelikli İnsanlar Neden Girmiyor?

Peki nitelikli insanlar neden siyasete girmiyor? Yanıt aslında oldukça açık.

Ahlaki bütünlüğe sahip insanlar, yalanın, iftiranın, manipülasyonun sıradanlaştığı oyuna karışmak istemiyor. Akademide, iş dünyasında ya da sivil toplumda doğrudan sonuç alabildikleri alanlar varken kişisel itibar ve özel hayatlarını yıpratıcı bir zemine taşımayı gereksiz görüyorlar.

Sistem, farklı düşünenleri değil, itaati ödüllendiriyor. Üstelik siyasetin çıkış kapısı da kapalı. Bir kez girenin kolay kolay çıkamadığı, “misyon siyaseti”nin işlemediği bir düzende yüksek kalibreli insanların gönüllü katılımını beklemek gerçekçi değil.

Siyasetin Doğasını Değiştirmek Mümkün

Peki bu tabloyu tersine çevirmek mümkün mü? Evet, ama önce siyasetin doğasını değiştirmek gerekiyor.

Siyaseti belirli süre üstlenilen bir misyon alanına dönüştürmeliyiz. Görevini tamamlayanların onurla sahneden çekilebildiği, faziletin koltukta kalmakla değil, zamanında bırakmakla ölçüldüğü bir siyasi kültür inşa etmek zorundayız.

Parti içi demokrasiyi güçlendirmek, üyelerin karar süreçlerine doğrudan katılımını artırmak, ön seçim ve şeffaf aday belirleme mekanizmalarıyla “sadakat değil liyakat”ı merkeze almak gerekir. Siyasi söylemin seviyesini yükselten etik standartlar, hakaret ve itibarsızlaştırmayı caydırıcı yaptırımlar, çıkar ilişkilerine karşı sıfır tolerans, nitelikli insanların kendini ifade edebileceği geniş bir alan yaratır.

Bir başka önemli halka da “siyaset sonrası köprüler”dir. Akademiye, özel sektöre veya uluslararası kurumlara geri dönüş yolları açık olursa insanlar kariyerlerini yakmadan siyasete girip çıkabilir. Almanya’da eski bakanların özel sektöre geçişleri, ABD’de siyasetten çıkan isimlerin üniversitelere ve düşünce kuruluşlarına dönmesi bu köprülerin işler hâle getirildiği örneklerdir.

Z Kuşağı Değişimi Zorlayacak

Türkiye’nin en derin açmazlarından biri, kaliteli liderlerin siyasete girmemesidir. Bu yalnızca siyasetçilerin değil, sistemin ve kültürün bir sonucudur. Siyaseti koltuğa yapışılan bir meslek olmaktan çıkarıp sorumluluk alanına dönüştürebilirsek, nitelikli insanlar da gönül rahatlığıyla sahneye çıkacak, ülkesine hizmet ettikten sonra onurla çekilecektir.

Gerçek devrim, siyaset kurumunun doğasını değiştirmekle başlayacaktır. Çünkü siyaset, koltuk değil, misyondur. Ve evet, Z kuşağı bu değişimi hızlandıracaktır. İstesek de istemesek de kendi geleceklerini ellerine alacaklar. Onların adil, şeffaf, liyakat temelli bir düzen talebi; siyaseti güç dağıtımının kaba aracından, ortak aklın üretildiği, sorumluluğun paylaşıldığı bir platforma dönüştürme fırsatıdır. Bu fırsatı heba etmeyelim.

Son Söz: Kalkmayı Bilmek de Bir Liderliktir

Siyaset, koltuğa yapışanların değil, koltuktan kalkmasını bilenlerin işidir. Türkiye’nin geleceği, siyaset kurumunu bu temel felsefeyle yeniden tanımlayabilmemize bağlıdır. Siyaset koltuk değil, misyon hâline geldiğinde, bugüne kadar “bize göre değil” diyen nitelikli insanlar da o sahnenin asli taşıyıcıları olacaktır.

Not: Bu yazı, siyasete girmeyi düşünen genç kuşaklara bir davettir. Siyasetin doğasını değiştirebilirsek, o çok özlediğimiz kaliteli liderlerin bu ülkeye yeniden kazandırılması mümkün olacaktır.

ÇOK OKUNANLAR