Tayyip Erdoğan’ın yegane resmi sıfatı Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanlığı’ydı o gün. Kaldı ki o sıfatı bile tartışmalıydı; çünkü hakkındaki siyasi yasaktan ötürü Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı defalarca Ak Parti’yi uyarmış, Tayyip Erdoğan’ın genel başkan ve parti kurucusu olamayacağını bildirmişti.
Ama işte arada Kasım 2022’de seçim yapılmış, Tayyip Erdoğan milletvekili olamamış ama partisi yüzde 35 oyla tek başına iktidara gelmişti. Başbakanlık görevini Abdullah Gül üstlenmişti, Erdoğan partideydi.
Aralık ayında, yani Ak Parti iktidara gelir gelmez neredeyse son derece kritik bir Avrupa Birliği zirvesi yapılacaktı Kopenhag’da. Bu zirvede Türkiye’ye tam üyelik müzakerelerine başlama kapısı açılabilirdi. Hatta açılması çok önemliydi; çünkü o zaman Kıbrıs’la eş zamanlı olarak üyelik de söz konusu olabilirdi.
Bu zirve öncesi Türkiye’ye ve Tayyip Erdoğan’a en büyük destek Amerika Birleşik Devletleri’nden geldi. ABD Başkanı George W. Bush, Tayyip Erdoğan’ı Beyaz Saray’da ağırladı.
Erdoğan 10 Aralık 2002 günü Beyaz Saray’ın kapısından içeri girerken ben de gazeteci olarak onu takip edenler arasındaydım. Hepimiz, bizi bırakın bütün dünya bu ağırlamanın ne demek olduğunu çok iyi biliyordu.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı, Tayyip Erdoğan’ı Türkiye’nin meşru lideri olarak kabul ediyor, ona bu muameleyi yapıyordu.
***
Amerika’nın Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın son Erdoğan-Trump görüşmesiyle ilgili kullandığı ve bugünlerde çokça tartışılan kelime “legitimacy.”
Cambridge ve Webster sözlükleri kelimeyi “Yasal olma niteliği” diye tanımlıyor. Türkçeye “meşruiyet” diye çevirmek doğru çeviri.
Büyükelçi daha sonra bu sözü düzeltmeye kalkıştı, “Saygıyı kastettim” dedi ama İngilizcede saygı kelimesinin karşılığı “respect.”
“Legitimacy”nin eş anlamlıları arasında “respect” sözcüğü yok.
***
Buraya Büyükelçi Barrack’ın bir başka videosunu koyuyorum, Yunanistanlı bir gazetecinin ayak üstü sorularını yanıtlarken Türk-Yunan ilişkilerinde 100 yıllık “komik” gerginliği bitireceklerini söylüyor.
Bu gönderiyi Instagram’da gör
Bu yazı açısından önemli olan Barrack’ın bir başka soru üzerine Yunanlı gazeteciye “Türkiye’nin ilgi (relevance) ve meşruiyete ihtiyacı olduğunu” söylemesi ve Başkan Trump’ın bunları Cumhurbaşkanı Erdoğan’a vereceğini duyurması.
Biraz sonra yazacağım, burada bence “meşruiyet”ten daha önemli sözcük “relevance” sözcüğü.
Bu kelimeyi yukarıda “ilgi” diye çevirdim ama bu tam karşılamıyor “relevance”ı. Cümle içinde kullanılışına bakınca esas karşılığı “geçerlilik” olması gerekir.
***
Tayyip Erdoğan’ın 2002 Aralık ayında Amerikan Başkanından alacağı bir “meşruiyet”e ihtiyacı yoktu. Kurduğu parti ve liderliğini yaptığı siyasi hareket seçimleri tek başına kazanmıştı. Kendi hukuki durumu, birkaç ay içinde yapılan bir Anayasa değişikliğiyle fiili siyasi duruma uyarlandı, Erdoğan Siirt’te yapılan ara seçimle milletvekili seçildi ve başbakan olabildi. Latince hukuk tabirleriyle konuşacaksak “De facto” (vakıa) olan durumu “De jure”ye (hukuki) dönüştü.
***
Tayyip Erdoğan’ın 25 Eylül günü de bir Amerikan Başkanı tarafından verilecek bir meşruiyete ihtiyacı yoktu.
Türkiye’nin seçilmiş Cumhurbaşkanıydı, daha iki gün önce Birleşmiş Milletler nezdinde Türkiye’yi temsil etmişti. Donald Trump’la son 8 ay içinde iki ayrı uluslararası zirvede bir araya gelmişti. Daha bir gün önce Gazze konulu bir zirvede Trump Erdoğan’ı alıp yanı başına oturtmuştu.
***
Kısacası Tom Barrack’ın bence son derece kasıtlı biçimde kendi başkanının Tayyip Erdoğan’la ilgili yaptığı “meşruiyete ihtiyacı var” değerlendirmesini açıklamasında kastedilen “meşruiyet” gerçekten de farklı bir meşruiyetti.
Yunanlı gazeteciyle ayak üstü konuşurken kendini sanki daha iyi ifade ediyor.
Tabii Büyükelçinin üstenci bakışını şimdilik görmezden geliyorum.
***
Tayyip Erdoğan, 2013’teki Gezi olaylarına kadar Batı açısından “içimizden biri” diye görülen, Avrupa Birliği zirvelerine davet edilen, Amerikan Başkanı Barack Obama’nın İstanbul’a kadar gelip güçlü bir destek verdiği ve 8 yıllık başkanlık süresi boyunca en çok kez telefonla konuştuğu liderdi. Yani bir “relevance”a ihtiyacı yoktu. Zaten “relevent”tı.
Ama İsrail’le yaşadığı “van minüt” olayından itibaren Batı ile ilişkileri bozulmaya başlamıştı. Gezi olaylarına olan tutumu Batıyı ilişkileri bozmak konusunda daha rahat hissettirdi. Ardından çorap söküğü gibi geldi herşey, bir baktık Erdoğan “Ey Obama” diye konuşuyor, Alman Başbakanı veya Fransa Cumhurbaşkanıyla doğrudan polemiklere giriyor.
Erdoğan özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye içinde ciddi bir Batı düşmanlığını körükledi ve “Yerli milli” söylemleriyle Türkiye’yi Batı yörüngesinden uzaklaştırma denemeleri yapıp, hukuk ve insan haklarında evrensel değerler yerine Rusya gibi ülkelerin değerlerine yaklaştı ve Türkiye Batıda bir ortak ve müttefik olarak değil rakip ve hatta hasım olarak görülmeye başlandı.
***
Sonra aynı Erdoğan 2023’te ikinci kez başkan seçildikten sonra Batıya yönelmek istedi. Ama güven vermedi. Batı Avrupa ve Amerika Erdoğan’la mecbur kalmadıkça konuşmamaya başladı. 4 yıllık Joe Biden döneminde Amerikan Başkanıyla sadece NATO zirvelerinde vs görüşebildi Türkiye’nin Cumhurbaşkanı. Avrupa Birliği zirvelerine değil artık “Avrupa’nın dostları” toplantılarına davet ediliyor. Beyaz Saray’a en son Trump’ın ilk başkanlık döneminde, 2019’da gitmişti.
Şanghay Beşlisiyle veya BRICS ile flörtleri Batıda “Eyvah Türkiye’yi kaybediyoruz” türü bir telaşa hiç yol açmamıştı. Rusya’dan S-400 alımı tahmin ettiğinin tam tersi etki yaratmıştı.
***
Tamamen yanılıyor olabilirim ama galiba şimdi Trump’ın davul zurnayla ilan ederek vaat ettiği “geçerlilik” ve “meşruiyet” Erdoğan’a Batı sistemine geri dönme meşruiyeti ve bu sistem içinde hala bir anlam ifade ettiği (geçerli olduğu- relevance içerdiği) vaadi.
Elbette bunun bir takım bedelleri var.
ABD’nin Gazze Planını kabul etmek bu bedellerden biri. Gazze’ye barış, Filistin halkına refah gelecekse bu bir bedel bile sayılmayabilir.
Ama Rusya ile Ukrayna arasında tarafsızlıktan vaz geçme, Tayyip Erdoğan ve Türkiye için ağır bir bedel olabilir. İsrail’e düşmanlık etmemek ve bu ülkenin güvenliğini sağlamasına yardımcı olmak zor bir manevra ve Netanyahu iktidardayken olacak şey değil. Ama yine de belli olmaz, unutmayın Tayyip Erdoğan iki yıl önce Netanyahu ile ortak parlak bir gelecek için el sıkışmıştı.
***
Cumhuriyet Halk Partisi bu “meşruiyet” lafına tepkili. Çünkü Tayyip Erdoğan’ın bu sayede iç politikada muhalefete istediği kadar sertleşme iznini Amerika’dan almış olacağını düşünüyorlar.
Onlara “Haksızlar” demeyi çok isterdim ama gerçekten de Erdoğan kendisine vaat edilen “meşruiyet”i böyle anlayabilir, “Bana yurt içinde istediğim gibi davranma izni verildi, ne yaparsak yapayım yurt dışında eleştirilmeyeceğim” diye düşünüyor olabilir.
Ama unutmayın, Erdoğan şu anda zaten böyle düşünüyor. Rusya’ya karşı yeni bir güvenlik mimarisi kurmak isteyen Batının kendisini iç politika nedeniyle eleştirmekten çekindiğinin farkında.
Oysa Batı nezdinde “relevent” olmak, evrensel hukuka dönüşü de gerektirir bence.
***
Şimdi Erdoğan ve kurmayları düşünüyor: Kendilerine vaat edilen ‘geçerlilik’ ve ‘meşruiyet’i nasıl yorumlasınlar, nasıl kullansınlar…
ABD eksenine dönecekler ama nasıl ve ne kadar?
Kolay bir karar değil.