Aile içi bağlar çoğu zaman “mecburi” bir gerçeklik gibi görülür. Doğduğunuz ev, paylaştığınız çocukluk, aynı sofralarda büyümek sizi ömür boyu yan yana tutacakmış gibi düşünülür. Oysa hayat öyle işlemiyor.
Farklı hayat seçimleri, farklı eşler, farklı ekonomik düzeyler, farklı çevreler zamanla aradaki uçurumu derinleştirebiliyor. Normalde bu bile sorun değil. Sorun, bu farklılığın bir kompleks, bir hırs, bir kin malzemesi haline gelmesiyle başlıyor.
Bir bakıyorsunuz, bayram sofraları kıyas alanına dönmüş. Bir akraba, bir kardeş sürekli altta kalıyor, diğeri üstünlük taslıyor. Sessizlik tevazu sanılmıyor, eziklik diye okunuyor. Bir gün geliyor, işin rengi değişiyor: Instagram’da imalı paylaşımlar, pasif-agresif giydirmeler başlıyor. Ve işin en acı tarafı, sizi tanımayan insanların bile bu ima üzerinden gelip “doğru mu?” diye sorma cesaretini göstermesi. Çünkü aileden birinin bıraktığı açık kapıdan içeri giriyorlar.
Daha da ötesi, sizinle ilgili intim, yani özelde kalması gereken detaylar ulu orta dillendirilmeye başlanıyor. Çocukluk anılarınızın mahremi, sizin rızanız olmadan ortak sosyal çevrede espri malzemesi oluyor. “Bizimkiler çok gaz çıkartır” gibi basit görünen ama özünde sizi küçültmeye, itibarsızlaştırmaya yarayan cümlelerle karşı karşıya kalıyorsunuz.
İşte bu noktada mesele bağdan çıkıyor. Artık bu bir akrabalık değil, düpedüz bir saldırı. Ve böyle bir ilişkide ısrarcı olmak kendine ihanet.
Aile içi bağlar, akraba ya da kardeş fark etmez, kan bağıyla başlar ama değerle, saygıyla, gizliliğe özenle sürer. Size zarar veriyorsa, mahreminizi ifşa ediyor, itibarsızlaştırmaya çalışıyorsa, o bağı sürdürmek zorunda değilsiniz. Bazen en sağlıklı bağ mesafeyle yaşanır.