Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump’ın Washington’daki son görüşmesinden sonra kamuoyu yine yüzeysel tartışmalarla meşguldü. “Trump sandalyesini tuttu mu, iltifat etti mi, seçimde hile lafı etti mi?” gibi magazinleşmiş detaylar manşetleri doldurdu.
Oysa esas soru hâlâ ortada duruyor: Bu görüşmeden ve genel olarak Türkiye–ABD ilişkilerinden ülke olarak ne kazandık, ne kaybettik?
Uluslararası ilişkilerde semboller değil, çıkarlar belirleyicidir. Fotoğrafların, törenlerin, sözlerin ötesine geçip somut tabloya, uzun vadeli etkilerine ve stratejik yönelimlere bakmamız gerekiyor.
Ne Aldık? – Gerçek ve Ölçülebilir Kazanımlar
F-16 Modernizasyonu-Zorunlu Bir Ara Çözüm: Yıllardır beklenen 40 adet F-16 Blok 70 savaş uçağı ve 80 modernizasyon kitinin satışı nihayet Kongre’den geçti. Teslimatlar 2026’da başlayacak. Bu anlaşma Türkiye’nin hava gücünü güncellemek açısından önemli; ancak F-35 programından çıkarılmamızın açtığı stratejik boşluğu kapatamayan geçici bir çözüm niteliğinde. ABD açıkça belirtiyor: Ankara, S-400 sistemini tamamen devre dışı bırakmadıkça F-35 programına dönüş mümkün değil. Bu da önümüzdeki yılların en kritik savunma dosyalarından biri olmaya devam edecek.
Enerjide Çeşitlenme ve Arz Güvenliği: BOTAŞ ile ABD’li tedarikçiler arasında imzalanan 20 yıllık LNG anlaşması, yılda yaklaşık 4 milyar metreküplük gaz tedarikini garanti altına alıyor. Bu, Türkiye’nin enerji arz güvenliğini güçlendirirken Rusya’ya bağımlılığı da azaltacak stratejik bir adım. ABD’nin kaya gazı ihracat kapasitesinin artmasıyla, enerji alanında iş birliğinin derinleşmesi muhtemel.
Ticaret Hacminde Artış ve Yeni Ufuklar: İkili ticaret 2024’te 43 milyar doları aşarak son yılların en yüksek seviyesine ulaştı. 100 milyar dolarlık hedef hâlâ uzak ama artış eğilimi ve yatırım ilgisi devam ediyor. Türkiye, ziyaret öncesi bazı gümrük vergilerini düşürerek jest yaptı; Washington’dan da benzer adımlar bekleniyor. Çifte vergilendirmenin önlenmesi anlaşmasının güncellenmesi için başlatılan süreç ticareti daha da kolaylaştırabilir.
Havacılık ve Yatırımda Yeni Sayfa: Türk Hava Yolları’nın Boeing ile yaptığı yeni uçak siparişleri, sadece sivil havacılığı değil, teknoloji transferi ve tedarik zincirini de etkileyecek. ABD yatırım fonları ile Türkiye Varlık Fonu arasında kurulması planlanan stratejik ortaklık platformu ise sermaye akışı ve teknoloji alanında yeni fırsatlar yaratabilir.
Hâlâ Çözülemeyenler – Derinleşen Çatlaklar
F-35 Fiyaskosu: Bedeli Ödenmiş Ama Alınamamış Bir Gelecek: Türkiye, 1.4 milyar dolar ödediği halde F-35 programından çıkarıldı. Ne uçaklar teslim edildi ne de para iade edildi. Zirvede bazı ihtimaller konuşulsa da somut bir ilerleme sağlanmadı. Bu mesele yalnızca bir savunma teknolojisi sorunu değil; Türkiye’nin uzun vadeli caydırıcılığı açısından stratejik bir kırılma noktasıdır.
PYD/YPG’ye Destek: NATO Müttefiki mi, Saha Rakibi mi?: ABD, Suriye’de Türkiye’nin terör örgütü olarak gördüğü PYD/YPG’ye binlerce TIR silah sevk etti ve bu yapıyı kurumsallaştırdı. Ankara’nın tüm itirazlarına rağmen politika değişmedi. Washington, çelişkili mesajlarla Türkiye’yi oyalasa da sahadaki gerçek açık: ABD, Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit eden bir yapıyla iş birliğini sürdürüyor.
Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Yunanistan: Denge Bozuluyor: ABD, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail’le oluşturduğu enerji ve savunma ekseninde Türkiye’yi dışlamaya devam ediyor. Rum tarafına uygulanan silah ambargosunu kaldırdı, askeri iş birliğini derinleştirdi. Dedeağaç başta olmak üzere Yunanistan’da kurduğu yeni üslerle Ege’deki stratejik denge Türkiye aleyhine değişti. Bu, Washington’un Ankara’yı artık “denge gözetilen müttefik” değil, “kontrol edilmesi gereken potansiyel rakip” olarak gördüğünü gösteriyor.
24 Nisan Söylemi: Tarih Siyasetin Malzemesi: Biden yönetimi, 2021’den bu yana 24 Nisan mesajlarında “soykırım” ifadesini kullanmayı sürdürüyor. Bu tutum, yalnızca tarihî bir mesele değil; ABD’nin iç siyasetini ve lobi dinamiklerini Türkiye’ye karşı dış politika aracı olarak kullandığını gösteriyor.
Halkbank Dosyası: Sessiz Ama Tehlikeli Cephe: ABD’de süren Halkbank davası, sadece bir bankanın değil Türkiye’nin egemenlik haklarının ve finansal sisteminin sınandığı bir mesele. ABD Yüksek Mahkemesi 2023’te Halkbank’ın “egemen dokunulmazlık” talebini reddederek davanın alt mahkemede görülmesinin yolunu açtı. Washington bu dosyayı açıkça bir pazarlık aracı olarak kullanıyor. Diplomatik girişimler sonuçsuz kaldı ve dava hâlâ Türkiye’nin başının üzerinde sallanan bir kılıç gibi duruyor. Bunun sonucu, yalnızca bir banka değil, Türkiye’nin küresel finans sistemindeki itibarı açısından da belirleyici olacak.
ABD Askerî Varlığı: Görünmeyen Kuşatma: Kürecik ve İncirlik dahil onlarca ABD üssü hâlâ Türkiye’de aktif. Yunanistan’daki askeri yığınaklarla birlikte bakıldığında tablo net: Türkiye’nin çevresi jeostratejik olarak sarılıyor. Bu sadece askeri değil, siyasi olarak da Ankara’nın manevra alanını daraltma riski taşıyor. Biz ise hâlâ “iltifat etti mi” gibi tali konularla oyalanıyoruz.
Nereye Gidiyoruz? – Gelecek İçin Üç Senaryo
1. Kontrollü Yakınlaşma: F-16 anlaşması, LNG iş birliği ve artan ticaret, ilişkileri yeniden tanımlamak için bir temel olabilir. Büyük anlaşmazlıklara rağmen iş birliği alanları genişletilirse, ilişkiler daha dengeli bir zemine oturabilir.
2. Kırılgan Ortaklık: F-35, YPG, Doğu Akdeniz ve Halkbank gibi temel meselelerde ilerleme sağlanmazsa, ilişkiler “ne dost ne düşman” kıvamında kırılgan bir ortaklık düzeyinde kalır. Bu, Türkiye’nin manevra alanını kısıtlar, ABD’nin bölgedeki etkisini de sınırlı tutar.
3. Yeni Denge Arayışı: Türkiye’nin savunma, teknoloji ve enerji alanlarında alternatif ortaklarla ilişkilerini derinleştirmesi, ABD ile ilişkiyi yeniden tanımlayabilir. Bu, Washington’u Ankara ile daha eşit ve çıkar temelli bir ilişki kurmaya zorlayabilir.
Türkiye Ne Yapmalı?
1. Eşit Ortaklık Temeli
ABD ile ilişki “küçük kardeş” psikolojisinden çıkarılmalı. Çıkarların örtüştüğü alanlarda iş birliği, örtüşmediği yerlerde bağımsız bir çizgi izlenmeli.
2. Savunma ve Teknolojide Çeşitlilik
ABD’ye alternatif olarak İngiltere, İtalya, Güney Kore, Çin gibi ülkelerle iş birliği artırılmalı. Milli savunma projeleri hızlandırılmalı, ortak üretim modelleri geliştirilmelidir.
3. Finansal Direnci Artırmak
Halkbank davası, finans sistemimizin uluslararası hukukta daha sağlam bir zemine oturtulmasının şart olduğunu gösteriyor. Bankacılık altyapımız dış müdahalelere karşı daha dayanıklı hale getirilmeli.
4. Gerçek Diplomasi ve Akıllı Oyun
Suriye’deki terör yapılanması, Doğu Akdeniz’deki dışlanma ve Yunanistan’daki askeri yığınak gibi konularda sadece tepki değil, proaktif ve uzun vadeli stratejiler geliştirilmeli. Diplomasi artık sadece Dışişleri’nin değil, savunma sanayiinden özel sektöre kadar tüm kurumların katıldığı bir devlet refleksi haline gelmeli.
Sonuç: Müttefik Değil, Çıkar Ortağı
ABD ile ilişkiler artık romantik bir “stratejik ortaklık” olarak tanımlanamaz. Gerçek şu: çıkarların kesiştiği alanlarda iş birliği, çatıştığı yerlerde mücadele.
Evet, F-16 modernizasyonu, LNG anlaşması ve ticaret artışı somut kazanımlar. Ama F-35 fiyaskosu, YPG’ye destek, Halkbank davası, 24 Nisan söylemi, Yunanistan’daki üsler ve Türkiye’yi çevreleyen stratejik kuşatma gerçeği de hâlâ ortada duruyor.
Dahası, Washington’un dostluğu kalıcı değildir. Çıkarlar değiştiğinde dost da düşman da hızla değişebilir. Dün Putin’i yere göğe sığdıramayan Trump, Rusya kendi menfaatlerinden taviz vermeyince Zelenski’yi desteklemeye yöneldi. Elon Musk’la “baba-oğul” gibi görüntü veren Washington, çıkarlar çatışınca ona da cephe aldı. Bugün iltifatlara boğulan birçok liderin, yarın sert şekilde hedef alındığını tarihte defalarca gördük. Aynı şey Erdoğan için de, başka herhangi bir ülke lideri için de geçerlidir.
Mesele artık Trump’ın sandalye tutup tutmaması değil. Mesele, Türkiye’nin bu oyunda ne kazandığı, ne kaybettiği ve bundan sonra nasıl hamle yapacağı. Eğer hâlâ yüzeyde oyalanırsak, bu satrançta hep başkalarının hamlelerine cevap veren taraf oluruz. Oysa Türkiye artık taş değil, hamle yapan oyuncu olmak zorunda. Çıkarlarını önceleyen, bağımsız ve akıllıca kurgulanmış bir strateji, yalnızca ABD ile ilişkilerde değil, yeni dünya düzeninde de Türkiye’nin yerini belirleyecek.