Koleksiyoner Ruhun İnce İzleri
30 Eylül 2025

Bir buketin içine iliştirilmiş minicik bir kart… Doğum gününde sana ulaşan birkaç satırlık bir dilek… Eski bir fotoğraf makinesinden çıkmış karelerin arkasına düşülmüş notlar… Zaman geçse de kıyamadıklarımız var. Belki bir kurdele, belki bir paket süsü, belki de günün ruhunu saklayan incecik bir kâğıt.

Benim için bu küçük parçalar, sıradan eşyaların ötesinde; hafızanın, duyguların ve ilişkilerin saklı hazineleri. Koleksiyonum ne bir vitrin içinde sergilenen, ne de bir katalogla tanımlanabilecek türden. O daha çok kalbin çekmecelerinde, ruhun kutularında duran bir birikim.

Aradan yıllar geçiyor. Kimi zaman hayatın akışı içinde bunların hepsi unutulmuş gibi oluyor. Sonra bir temizlik anında karşıma çıkıyorlar: solmuş bir mektup, sararmış bir fotoğraf, el yazısıyla yazılmış birkaç kelime… O an zaman bükülüyor, yıllar geri sarıyor. Bir anda yeniden oradayım. O günü, o duyguyu, o insanı yeniden yaşıyorum.

Bazen düşünüyorum, aslında evin içinde bir enerji birikimi yaratıyorlar. Fazla eşyayla, geçmişin ağırlığıyla dolu mekânlar yorucu olabiliyor. Ama yine de elim titriyor. Atarken tereddüt ediyorum. Sanki bir hatırayı çöpe atmak, o anıyı tamamen silmek gibi geliyor. Yine de arada kendime cesaret bulup eleme yapıyorum. Her defasında içim burkulsa da, kalan parçalar daha da kıymetli hale geliyor.

Belki de bu yüzden, bu alışkanlığı bir “takıntı” olarak adlandırmak haksızlık olur. Çünkü bu sadece eşyaları saklamak değil; bir dönemin, bir hissin, bir insanın izini korumak. Ve bu izler, gün gelip yeniden elimize geçtiğinde, bize sadece geçmişi hatırlatmıyor; aynı zamanda kim olduğumuzu, nerelerden geçtiğimizi de fısıldıyor.

Bugün hızla akan hayatlarımızda, çoğu şey kaybolup gidiyor. Mesajlar siliniyor, e-mailler unutuluyor, fotoğraflar dijital çöplüklerde kayboluyor. Ama elde tutulabilir, koklanabilir, dokunulabilir bir not, bir kurdele, bir mektup… İşte onlar başka. Onlar hatıraları somutlaştırıyor, kalbimize yeniden dokunuyor.

Bilim insanları bu duruma “duygusal koleksiyonculuk” diyor. Yani bir objeyi, hatırası için saklama. Psikologlara göre bu davranış hafızanın duygusal merkezleriyle ilişkili. Beyinde özellikle hipokampus ve amigdala, bir nesneyi gördüğümüzde o nesneyle bağlantılı duyguları yeniden canlandırıyor. Bu yüzden eski bir mektubu açtığımızda yalnızca kelimeleri okumuyoruz; aynı zamanda o anın kokusunu, sesini, duygusunu da yeniden yaşıyoruz.

Bazı araştırmalar, bu tür saklamaların kişiye güven ve aidiyet hissi verdiğini gösteriyor. Çünkü insan belleği tek başına çoğu şeyi unutur. Ama eşyalara yüklenen anlam, hafızanın boşluklarını tamamlar. Bu yüzden kimimiz bir sinema biletini, kimimiz bir okul defterini, kimimiz de bir sevgiliden kalan notu kıyamadan saklarız.

Belki de hepimizin çekmecelerinde biriktirdiği küçük şeyler var. Kimimiz için bir konser bileti, kimimiz için bir okul hatırası, kimimiz için ise hiç kaybolmayan bir el yazısı. Onlar aslında bize ait küçük pusulalar. Ne kadar yol alsak da, kendimizi yeniden bulmamızı sağlayan işaretler.

Ve işte tam da bu yüzden, koleksiyoner ruhun izleri yalnızca saklanan eşyaların değil, saklanan duyguların hikâyesi.

ÇOK OKUNANLAR