Değerli okuyucularım önceki iki bölüm tarihsel süreçten günümüze kadar gelen dünyadaki kadın erkek eşitliği sürecinin özetlemeleriydi. Bu kez ülkemizdeki tarihsel süreci özetleyeceğim. Bu kez tam TCE 101 tadında olacak. Ama geçmişi lâyıkıyla öğrenmeyen geleceğine ışık tutamaz öyle değil mi? Hem de elinizde özet bir tablo olur. Tarihsel süreçleri okumaktan sıkılırsanız lütfen hepsini atlayıp sonuç bölümüne odaklanabilirsiniz.
Bugün pek çok konuda eksiğiz ve tüm dünya sıralamalarında sonlarda geliyoruz ama bizden önceki kuşaklarla, bizlerin vermiş olduğu tüm emekleri göz ardı etmeyiniz.
Sahip olduğunuz hakların ne kadar önce ve emekle ilmek ilmek işlendiğini bilirseniz kazanımlarınıza da o ölçüde sahip çıkarsınız.
Bu coğrafyanın anaerkil dönemden sonra ataerkil döneme geçtiğini ve binlerce yıl o denge(siz)liği koruduğunu yazmıştım. Dolayısıyla yakın tarihimize ışık tutarak devam edeceğim ama eski Türklerdeki yapıya bir göz atmamız önemli. Neden mi?
Çünkü Türkler göçebe bir toplum olarak daha eşitlikçi bir kültürden geliyorlar. Hatta ilk dönemler anaerkil sonraları ise tam eşitliğin hüküm sürdüğü bir toplum. Tek eşlilik geçerli. Boşanmayı kadın veya erkek talep edebilirdi.
Ayrıca Hükümdarın eşi her zaman yanında olur ve tüm kararların alınmasında fikri alınırdı. Kadınlar, gerektiğinde orduya katılır, savaşır ve boyunu savunurdu.
İslamiyet’in kabulünden sonra özellikle Şii İslam kültürü Osmanlı’ya hâkim olduğu için tüm hakların kaybolması söz konusu anca Alevi kültür daha eşitlikçi bir modelde devam etmiş. Hatta İslamiyet öncesi Şamanizm’den gelen bazı ritüelleri de günümüze kadar sürdürmüştür.
Osmanlı’da kadın hareketi
Tanzimat Dönemi (1839 – 1908): Tanzimat döneminde aydın ve reformist erkekler, kadınları ilgilendiren reformlara öncülük etti.
1841’de kadınlara kadı önünde evlenme hakkı verildi.
1856’da kız çocukların erkeklerle eşit olmasa da mirastan pay almaları kuralı kabul edildi. (Arazi kanunnamesi)
1860’larda Şinasi, Namık kemal ve Şemseddin Sami gibi dönemin önde gelen aydınları, Osmanlının batı karşısındaki gerilemesinde kadınların geri bırakılmasının önemli bir etken olduğu görüşünü işleyen kitaplarını yazarlar.
1862’de kızlar için ilk rüştiye (ortaokul) açıldı.
1869’da ilköğretim kız ve erkek çocukları için zorunlu hale getirildi. aynı yıl, kadınlara yönelik ilk yayın olan terakki-i mukadderat yayınlandı. artık kadınlar da kendi kaderleri üzerinde kalem oynatmaya başladılar.
1870’te kadınlar için ilk öğretmen okulu açıldı. İlk kadın okul müdürü göreve atandı.
Meşrutiyet (1908 – 1914) ile başlayan hak mücadelesinde 1. dalga feminizmin etkisi gözlenir. Kadınlar, daha çok çıkardıkları yayınlar ve kurdukları derneklerle kendilerini gösterdiler. Kadınların ev içine hapsedilmeleri ve annelik rolü dışında yok sayılmalarına tepkilerini dile getirdiler. Kadın dergilerinin sayısı Cumhuriyet’e kadar 40’a ulaştı. En bilinenleri; Hanımlara Mahsus Gazete, Şüküfezar, Demet, Mehasin, Kadın, Kadınlar Dünyası oldu. Bu dergiler kadınlara kendilerini birey olarak ifade etme, sorunlarını dillendirme ortamını sağladı. Her kesimden kadınların yazma ürkekliğini, çekimserliğini gidermede, taleplerini iletmede ve sesini duyurmada önemli işlev gördü.
1917′de çıkarılan Hukuk-i Aile Kararnamesi ile evlilik birliğinin kurulmasında ilk modern uygulamalar başlatılıyordu.
Meşrutiyet döneminde eğitimin yaygınlaştırılması, ilk öğretimin zorunlu olması gibi uygulamalar başlatılmış, kadınlar için eğitim kurumları açılmıştı. Kız rüştiyeleri 6 yıllık kız ilkokullarına dönüştürüldü. Kız öğretmen okulları açıldı. 12 Eylül 1914’te ilk kadın üniversitesi olan İnas Darülfünun açıldı ve 1921’de yükseköğretim karma hale getirildi.
Biz Cumhuriyet döneminin ilk kazanımlarını biliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak temel hak ve özgürlüklerin var olduğu bir ülkede yaşamaktır. Kadın olarak tüm haklarımızı da Cumhuriyete Mustafa Kemal Atatürk ve onun devrimlerine borçlu olduğumuzu bir an bile aklımızdan çıkartmamalıyız. Unutursak birbirimize hatırlatalım.
1924 Anayasası: Kadın ve erkekler eğitim hakkı bakımından eşit kabul edildi. İlköğretim kız ve erkek çocuklar için zorunlu hale getirildi.
1926 Medeni Kanun’u: İsviçre Medeni Kanun’u örnek alınarak kabul edildi. Çok eşlilik kaldırıldı, resmi nikâh zorunlu hale getirildi. Kadınlara boşanma, velayet ve miras konusunda erkeklerle eşit haklar tanındı.
1930’da belediye seçimlerinde kadınlara seçme hakkı tanındı.
1933’te köy muhtarı ve ihtiyar heyeti seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı verildi.
1934 Seçme ve Seçilme Hakkı: Kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanındı. Türkiye, bu hakkı tanıyan birçok Avrupa ülkesinden önce kadınlara siyasal haklar vermiş oldu.
1936 İş Kanunu ile kadın işçilere yönelik koruyucu hükümler getirildi (gece çalışması, doğum izni gibi).
Batı’da kadınların yüz yıllık kazanımlarını bizler Cumhuriyet’le edindik. Buna rağmen ataerkillik öyle kolay kolay boyun eğmedi. Dünyadaki kadın hareketine paralel bir şekilde kadınların özellikle sosyal hayatta ve iş hayatında hızlı yükselmelerini önlemek için cam tavanlarını kat kat döşedi.
Kadınlar 1970’lere kadar öğretmenlik, üniversite öğretim üyeliği hemşirelik gibi mesleklere sıkışıp kaldılar. Muhafazakâr değerler ise çok az değişim gösterdi.
Bir önceki yazılardan takip ettiyseniz ikinci dalga feminizm 1970-1980 yılları arasında gerçekleşti. Bizde de eşzamanlı bir hareketlenme başladı.
1975 yılında İlerici Kadınlar Derneği (İKD), İstanbul’da kuruldu. Dernek, özellikle emekçi kadınların haklarını savunmak ve kadınların toplumsal hayatta daha aktif rol almasını sağlamak amacıyla faaliyet gösterdi.
Ancak 1980 yılında gelen Askeri Darbe sonucunda faaliyetlerini sürdüremediler.
1980’ler: Feminist bilinçle bağımsız kadın hareketinin doğuşu; şiddet, cinsiyet eşitsizliği ve özel alanın siyasallaşması gibi konular ön plana çıktı.
1985’te Türkiye CEDAW’a katıldı. Kadına karşı ayrımcılığın önlenmesine dair BM sözleşmesini imzaladı.
1987 “Dayağa Karşı Dayanışma Kampanyası” feminist hareketin sembol eylemlerinden biri oldu.
1990 “Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı kuruldu. Kökleri 1980’lerin feminist hareketine dayanır).
1990 Anayasa değişiklikleri ile Kadın erkek eşitliği güçlendirildi
1993’te Kadın politikalarının geliştirilmesi için merkezi bir kurum olarak Kadının Statüsü genel müdürlüğü kuruldu
1998 Kadına yönelik şiddetle mücadele için ilk yasal düzenleme olan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun
1999 Türkiye’nin AB adaylığının kabulündeki temel kriterlerden biri kadın erkek eşitliğiydi ve AB ile uyum yasaları çerçevesinde tüm yasal düzenlemeler hızlandırıldı.
2001 Medeni kanında yapılan değişikliklerle Aile reisliği kaldırıldı; kadın ve erkek evlilikte eşit haklara kavuştu.
2004 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle Kadın–erkek eşitliği Anayasa’da açıkça güvence altına alındı.
2005 yılında yapılan Yeni Türk Ceza Kanunu’yla Töre cinayetleri, cinsel suçlar ve kadına şiddet ağır yaptırımlarla düzenlendi.
2011 Yılında imzalanan İstanbul Sözleşmesiyle Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadelede uluslararası bağlayıcı ilk sözleşme imzalandı.
2012 yılında çıkarılan 6284 sayılı kanunla Şiddete uğrayan kadınlar için koruyucu ve önleyici tedbirler getirildi.
2021 Türkiye İstanbul Sözleşmesinden tek taraflı olarak çekildi.
Dünyadaki gelişmelere paralel olarak tüm yasal düzenlemeler yüz elli yıllık bir mücadelenin sonucudur. Büyük bir kısmı ise bu yazıyı okuyan tüm kadın ve erkeklerin yaşam zamanlarının içinde gerçekleşmiştir.
Ancak ve ancak son 15 yılda büyük bir geri çekme çabaları mevcuttur. Buradaki zihniyetin bazıları Orta Çağ’a kadar geriye gitmemizi istemektedirler. Ancak Ok yaydan çıkmıştır bir kere. Geriye dönülmesi imkânsızdır. Ayrıca eminim ülkemizdeki büyük çoğunluk daha özgürlükçü daha eşit ve daha huzurlu bir yaşam istemektedirler.
Dünyadaki üçüncü dalga Feminizm’in getirilerini bizler günlük hayatımızda yaşamaktayız. Her türlü ayrımcılığa karşı çıkmaktayız.
Tüm Dünyadaki muhafazakâr zihniyetler Kadın Erkek Eşitliğine şiddetle karşı çıkmakta bunun karşısına Ailenin korunması yasalarını getirmektedirler. Tıpkı Kadın Bakanlığı’nın isminin değiştirilip Aile Bakanlığı yapılması gibi.
Bence ailenin korunması ve çocukların eğitimi ve yaşamın her alanda paylaşılması kadın ve erkeğin eşit sorumluluğundadır. Biyolojik olarak farklı cinsiyetlerdeyiz. Ancak Toplumsal olarak bir elmanın iki yarısıyız. Er ya da geç birlikte var olacağız. Böyle Biline. Kabul etmek istemeyen ise kendi değerlerine göre yaşayabilir. Gölge etmeyin başka ihsan istemeyiz.