Trump Planı ile Filistin’de Kalıcı Barış Mümkün mü?
03 Ekim 2025

Donald Trump’ın Ekim 2025’te açıkladığı Gazze planı, kimine göre Ortadoğu’nun en kanlı düğümünü çözebilecek en gerçekçi yol haritası, kimine göre ise modern çağın en sofistike vesayet düzeni.

Bu plan, İsrail’e güvenlik, Batı’ya istikrar vaadi sunarken Filistinlilerin özgürlüğünü süresiz askıya alma riskini taşıyor.

Asıl soru şu: Bu bir barış reçetesi mi, yoksa sadece yeni bir sessizlik mi?

Yarım yüzyılı aşkın süredir pek çok barış girişiminin yükselip düşüşünü izledim. Çoğu aynı umutla başladı: kanı durdurmak, iki halkı yan yana yaşatmak. Ancak dışarıdan empoze edildiklerinde, adalet sağlamadıklarında veya her iki tarafa da kazanma hissi vermediklerinde çöktüler.

Trump’ın son planı da benzer bir ikilemle karşı karşıya. Yirmi maddelik çerçeve anlaşma, ateşkesten esir takasına, İsrail ordusunun çekilmesinden Hamas’ın silahsızlandırılmasına kadar somut adımlar içeriyor. En kritik unsur ise, Gazze’nin geleceğini belirleyecek uluslararası bir “Barış Konseyi”nin kurulması. Başkanlığını Trump’ın yapacağı bu konsey, yabancı askerlerle sınır güvenliğini sağlayacak, yardım ve fon akışını yönetecek, yıkıntıları yeniden inşa edecek.

İlk bakışta kulağa makul geliyor: bombalar susacak, aç çocuklara gıda ulaşacak, esirler evlerine dönecek. İsrail Hamas’ı “çökerttiğini” ilan edebilecek, Arap başkentleri kanın durmasından memnun olacak. Washington barış yapıcı rolünü yeniden canlandıracak. Trump ise kendine özgü şovmenliğiyle “dünyayı düzelten adam” pozuna bürünecek. Böylesine büyük bir trajedinin ardından birkaç haftalık nefes almak bile mucize gibi görünebilir.

Ama bu “barış”ın altında daha derin bir soru yatıyor: Filistinliler kendi kaderlerini tayin edebilecek mi, yoksa sonsuza dek başkalarının yönetimine mi terk edilecekler? Planın metni açık: Bu bir Filistin devleti değil. Egemenliksiz bir yönetim biçimi öneriliyor; şekil var, öz yok. “Barış Konseyi” seçimle değil atamayla oluşacak, kararları dış onaya tabi olacak.

Üstelik başına Irak savaşı ve Quartet temsilciliği dönemindeki taraflı siciliyle tanınan Tony Blair’in getirilmesi konuşuluyor ki bu da tarafsızlık ilkesini daha baştan sakatlayabilir.

Oysa böyle bir yapının başında her iki tarafın da güven duyabileceği, tarafsız ve uzlaşmacı bir figür bulunmalı.

Filistin Yönetimi, uzun ve ucu açık bir reform listesini tamamlayana kadar devre dışı kalacak. Seçim sözü veriliyor ama tarih belirtilmiyor. Gazze, yabancı askerlerin devriye gezdiği, uluslararası yardımlarla ayakta tutulan ve dış yatırımcıların şekillendirdiği bir laboratuvara dönüştürülüyor.
Trump’ın vizyonunda Gazze, “Akdeniz’in Dubai’si” olabilir belki ama halkı yine kendi kaderine yön veremeyen bir topluluk olarak kalacak.

Tıpkı 2020 planında olduğu gibi, “egemenlik” burada da belirsizleştirilmiş bir kavram olarak tanımlanıyor. Filistinliler bayraklarını dalgalandırabilecek, ancak o bayrağı hareket ettiren rüzgâr Tel Aviv, Washington ve Londra’dan esecek.

Bu plan uygulanırsa binlerce hayat kurtulabilir. Bu gerçek, planı tamamen reddetmeyi zorlaştırıyor ve daha iyi bir alternatif görünmediğinden Filistin tarafı da bunu kabul etmeye meyledebilir. Ancak uzun vadede, çatışmanın temel nedenlerini dondurup daha da derinleştirme riski taşıyor: Hesap sorulamayan bir işgal, özgürlük olmadan gelen bir “sükûnet”, adalet olmadan yapılan bir “inşa.”

Filistinliler için ikilem açık: Daha fazla ölümün önüne geçen ama siyasi geleceği donduran bir “barışı” mı kabul edecekler, yoksa reddedip yeni bombalar, açlık ve yıkım riskini mi göze alacaklar?

İsrailliler için de soru benzer: Süresiz vesayet altında öfke ve intikamla yoğrulmuş bir komşu mu, yoksa özgür ve karşılıklı tanınmış bir devletle gerçek güvenlik mi?

Uluslararası toplum da karar vermek zorunda. Kısa vadede kanı durduracak ama uzun vadede egemenliği anlamsızlaştıracak bir plana onay mı verecek, yoksa her geçici düzenlemenin gerçek bir Filistin devletine, adalete ve kendi kaderini tayin hakkına giden yolu açıkça tarif etmesini mi talep edecek?

Bu noktada Türkiye’nin rolü kritik. Tarihi, coğrafyası ve İslam dünyasındaki ağırlığıyla Ankara yalnızca izleyici değil, süreci şekillendiren aktör olabilir. Ateşkesten sonra kurulacak geçici yapının Filistinli aktörlerin katılımıyla oluşturulması için bastırmalı, Katar ve Mısır’la birlikte Barış Konseyi’nde yer alarak denge unsuru olmalı. Hamas ile El Fetih arasındaki bölünmüşlüğü gidermek için kolaylaştırıcı rol üstlenmeli. Gazze’nin sadece yardımlarla değil üretim, ihracat ve altyapı yatırımlarıyla ayağa kalkması için Türk şirketleri ve kalkınma kurumları sahaya inmeli. 7 Ekim saldırısından itibaren tarafların işlediği savaş suçlarının soruşturulması için uluslararası hukuk mekanizmalarını zorlamalı. Ve BM’nin önerdiği 15 aylık seçim, birleşme ve devletleşme takvimine sahip çıkarak kalıcı barışın yolunu açık tutmalı.

Savaşı durdurmak zorunlu, yıkılanı yeniden inşa etmek acil. Ama buna “barış” demek, adaletin yerini “düzenle” değiştirmek olur. Gerçek cesaret, yabancı başkentlerde plan çizmekte değil, Filistinlilere —tüm hatalarıyla birlikte— kendi geleceklerini tayin etme hakkını tanımakta yatar. Ancak o zaman yoksulluklarının yöneticileri olmaktan çıkıp kaderlerinin efendileri olabilirler.

Ve ancak o zaman İsrail de gerçek güvenliği bulabilir: tahakkümden değil, birlikte yaşamaktan doğan bir güvenlik.

Trump planı belki geçici bir durak olabilir, ama varış noktası değildir. Eğer dünya gerçekten barış istiyorsa, geçici yönetimlerin ötesine geçen bir vizyonla hareket etmeli. Egemen, hesap verebilir ve ekonomik olarak ayakta duran bir Filistin devleti olmadan hiçbir plan kalıcı olamaz.

Türkiye’nin görevi ise işte bu vizyonun sesi ve taşıyıcısı olmaktır.

ÇOK OKUNANLAR