Bugün yazımı Kyoto’dan gönderiyorum. Yani Geisha kültürünün şehrinden. Öğrendiklerime göre Geisha (芸者), aslında “sanat insanı / sanat yapan kişi” anlamına geliyor.
Batı’da sanki fahişe gibi lanse edilirler; ancak Japonlar “performans sanatçısı” olduklarında ısrarcılar. Ayrıca sıkı durun, ilk Geyşalar erkek. Sonradan kadın zerafetinin bu sanata daha çok yakıştığı düşünülüyor ve kadınlara geçiyor. Ama bu sanatın da bir bedeli var: Yıllarca süren bir dans, müzik, şiir, kimono sanatı, çay seremonisi eğitimi.
Geyşa olabilmek için 5 özellik gerekiyor: güzel olmak, 60 kilodan az olmak, 1.65 ten uzun olmamak, 4 enstrüman çalmak ve güzel bir sese sahip olmak.
15-21 yaş arası çıraklık eğitiminde 6 yıl internet ve cep telefonu yasak. Bu eğitim, konaklama, kimono, malzeme masrafları ile büyük bir yatırım. Bunu karşılayan okiya (geisha evi) de tabi ki borçlarını kızlar çalışmaya başladığında tahsil ediyor.
“Memoirs of a geisha“ (Bir Geyşanın Anıları) kitabını okumayan hatta filmini seyretmeyen var mı? Bir Japon köyünde gözleri deniz mavisi bir küçük kız, Sayuri, ailesinden koparılıp Kyoto’daki bir okiyaya, yani geisha evine satılır. Yıllar süren acı dolu eğitim, rekabet, kıskançlık ve zarafetin iç içe geçtiği bir dünyada büyür. Dans etmeyi, sessiz kalmayı, duygularını saklamayı öğrenir. Ama kalbinin bir köşesinde hep o nazik, kibar “Chairman”a duyduğu aşk vardır. Film bittiğinde hem ağladım hem “bu kadar zarafet nasıl olur?” dedim.
Meğer geisha dünyası, erotizmden çok, disiplin ve duygusal zekâ üzerineymiş. Düşündüm de aslında bir ilişkiyi doğru yönetebilmek de biraz geyşalık gerektiriyor. Durun hemen ayağa kalkmayın. Erkek odaklı, kadının kendi duygularını hiçe saydığı bir yaklaşımdan bahsetmiyorum. Bahsettiğim şey; iletişim, duygusal zekâ ve atmosfer yönetimi. Yani bir ilişkinin görünmez sanatı.
Geyşalar yüzyıllardır sadece zerafetleriyle değil, duyguları okuma becerileriyle de biliniyor. Onlar bir odaya girdiklerinde sadece yürüyüşleriyle değil, enerjiyi dengelemeleriyle dikkat çekiyor. Aynı şey ilişkiler için de geçerli değil mi? Bir kadın (ya da erkek!) o görünmez atmosferi dengede tuttuğunda, ilişki büyüyor, derinleşiyor, nefes alıyor.
Geyşa, her detaya özen gösteriyor: Saç, kıyafet, konuşma tonu, hatta sessizlik anı bile düşünülmüş oluyor. Düşünün, o saçları 1 hafta yıkayamıyor ve yüksek sert özel bir destekle uyuyorlar. İlişkilerde ise iş biraz ilerleyince sevgili için özen göstermek bile zor gelmeye başlayabiliyor. Hele 1 yıl geçince Victoria Secret iç çamaşırları unutulup anneanne donları ve eşofmanlarla TV seyretmek normalleşiyor.
Oysa bırakın görünüşü, küçük sürprizler, ritüeller, dikkatle seçilmiş bir söz, “sadece senin sevdiğin kahveyi yaptım” demek… Hepsi atmosferin parçası. Çünkü ilgisizlik değil, özensizlik öldürüyor ilişkileri.
Bir başka konu da sınırlar. İlişkilerde duygusal yakınlık tam teslimiyet anlamına gelmemeli. Bu mesafe, bir koruma duvarı değil, bir nefes aralığı. Kendini tamamen kaybetmeden yakın olabilmek, “biz” olurken “ben”i unutmamak… En zor, ama en sağlıklı denge bu. Yani bazen “bugün yalnız kalmak istiyorum” diyebilmek, bir ayrılık değil — bir iç huzuru jesti.
İletişim demek sözcüklerden ziyade bir enerji yönetimi. Her şeyi konuşmak gerekmiyor. Bazen “sen iyi misin?” demeden fark etmek yeter. Ama yanlış anlaşılmasın — sessizlikle susturmak değil, duygusal sezgiyi kullanmak. Modern dünyada buna “duygusal radar” diyoruz; geyşalar bunu yüzyıllardır biliyor.
Evet, geyşalık bir sanat ama hiçbir sanat samimiyetsiz yürümez. Hazırlık, zerafet, sınır… bunların hepsi bir çerçeve. Ama tabloyu anlamlı kılan şey tutku, güven ve içtenlik. İlişkiyi yaşayan iki kişi, sadece rol yapmayıp — birlikte sahici bir hikâye yazıyor olmalı.
Bu arada sanmayın ki Japonlar da hiç ilişki sorunu yok, her şeyi çözmüşler. Japonya’da cinsellik ve ilişkileri öğrenmeye, hatta yaşanmaya “suskun”laşan bir tabaka göze çarpıyor.
2025’te yayımlanan bir derleme makale, Japonya’da cinsel aktivite yoksunluğu üzerine çarpıcı veriler sunuyor: 20–29 yaş grubundaki kadınların %15’i, erkeklerin %11’i kendini aseksüel tanımlıyor. Yani “seks istemiyorum” diyen genç bir kuşak var. Galiba yine terzi kendi söküğünü dikemiyor. Belki de eksiklikleri bu mentaliteyi ilişkilere aktaramamak.
İlişkilerde “geyşalık” biraz da kendi duygularımızı, enerjimizi, ilgimizi yönetebilme becerisi. Bir nevi duygusal estetik… Yani ne çok bağlan, ne de kop. Ne sadece sevilmeyi bekle, ne de hep veren ol. Arada dans et — zerafetle. Bu dansın ne kadar zor öğrenildiğini de bizzat deneyimledik.
Bir Geiko (burada Geyşaya böyle diyorlar) ve bir Maiko (eğitim sürecindeki Geyşa Adayı) dansını seyrettik. Aradaki fark dağlar kadar.
Yani bir Geyşa kolay yetişmiyor.