Kriz anları sadece stres değildir, aynı zamanda aynadır.
İnsanı maskesiz haliyle yansıtır.
Normal zamanlarda hepimizin bir “duruşu” vardır. Nezaketle, kontrollü cümlelerle, uygun görülen tavırlarla yaşarız. Fakat işler tersine döndüğünde, düzen bozulduğunda, kaygı yükseldiğinde… sahnedeki roller birer birer çözülür.
Kriz, insana kim olduğunu hatırlatan çıplak bir aynadır.
Psikolojide buna “duygusal regülasyonun çöküşü” denir. Yani, duyguların kontrolünün bilinçten sezgiye, sezgiden ilkele geçtiği anlar… O anda kişi düşünmez, tepki verir. Savunma mekanizmaları, çocuklukta şekillenmiş davranış kalıpları devreye girer. Kimisi saldırır, kimisi kaçar, kimisi donar kalır. Kriz anı, herkesin kendi hayatta kalma dilini konuştuğu yerdir.
Ama ilginç olan şudur: Krizde en çok da karakter görünür.
Kimisi sükûnetiyle güven verir, kimisi paniğiyle ortamı karıştırır, kimisi krizi fırsata çevirir, kimisi başkalarını suçlar. Bir insanı tanımak istiyorsan onun iyi gününe değil, kötü günündeki hâline bak. Çünkü kriz, “mış gibi” yapılan her şeyi süpürür.
Sosyologlar bu durumu “maskenin düşme momenti” olarak tanımlar. Statü, eğitim, sosyal rol, hatta medeni hâl fark etmeksizin herkesin çıplak benliği ortaya çıkar. İşte o an, insanın iç sesi dışına yansır.
Kimimiz o anlarda büyür, kimimiz küçülür.
Krizleri sadece stres kaynağı olarak görmek, bu derin aynayı kaçırmak demektir. Oysa her kriz, bir kendini tanıma fırsatı da taşır. Ne kadar kırılganız, ne kadar dirençliyiz, ne kadar dürüstüz… hepsi o anlarda belli olur.
Belki de asıl olgunluk, krizlerde sakin kalabilmek değil, o aynaya bakabilme cesaretidir.