Uzunca bir süredir varoluşsal kriz’ diye adlandırılabilecek bir alt üst oluş yaşamaktayım.
Sevdiğim, tanıdığım katiyen tek bir suçu olmadığına inandığım insanlar hapishanedeyken, ayakta kalmak için üç maymunu biraz da zorunlu olarak oynadığım halde, memleketin her yerinde çekilen acı ve yaşanan trajedilerin, koğuşlarda çeken insanlardan yükselen sessiz çığlıkların ağırlığı, artık benim için tahammül edilebilir olmaktan çoktan çıktı.
her şeye rağmen , sanki ortam normalmiş gibi, dediğim gibi sadece ayakta durabilmek için ben yazmayı sürdürüyordum.
bir süredir gündelik yazı hayatımı antik yunan efsanesindeki Sisyphos’un yaşamına benzetiyordum
Sisyphos Yeraltı Dünyası’nda sonsuza adar, büyük bir kayayı bir tepenin en yüksek noktasına dek yuvarlamaya mahkûm edilmiş bir kraldır. tepeye her yaklaştığında kaya tekrar aşağıya yuvarlanınca her şey yeniden başlıyordu.
***
Hayatta en sevdiğim iş olan yazmanın ağırlığı altında ezilmeye başlamıştım.üstelik kaya aşağıya yuvarlanırken her seferinde benim üzerimden geçiyordu.
bunun artık dayanılmaz olduğunu uzun süredir hissediyordum ama olan bitenlerden çaresizliğimin üstüme özelikle abandığı bir anda, kendime artık yalan söylemeyi bırakıp gündelik yazmaktan çekilme kararı almıştım.
hatta HER ŞEYİN ÇÖZÜM ANAHTARINI AÇIKLAYAN BİR SON YAZI’ başlıklı bir yazı da yazdım
yazı iki cümlen ibaretti ve şöyle diyordu ‘Woody Allen aslında doğru söylemiş. Kierkegaard gerçekten haklıymış.’
***
40 yıl önce mizah yazılarıma Woody Allen atfıyla başlamıştım. bitirirken de onu anmak iyi geliyordu bana.
aslında Kierkegaard yoluyla Heidegger ile bitirmekteydim.
her insan kendi kontrolü dışında şeylerle bunaldığında kendine göre farklı mücadele yöntemi bulur. bazıları film seyreder, çizgi roman okur veya bestseller türü kitaba dalar, ben ise insanı okumaya başladığına pişman eden zor içerikli, kitaplarla uğraşmayı bunalımdan çıkma yolum olarak görürüm.
Adını ‘Kütüphanemdeki Arzu: Cinselliğin Dekadan Tarihi’ koyduğum bir kitap yazmakta olduğumdan, aslında konum temelde varlık sorunlarıyla ilgili olduğundan okumalarımda sıra Heidegger’deydi.
***
Eşinin filozofa rahat düşünebilmesi, yazabilmesi için kara ormanlar içinde bir yamaçta yaptırdığı kulübeyi sıkça düşünüyor ve keşke benim de böyle kaçış alanım olabilseydi diye düşünüyordum.
tam bu hayalleri kururken İbrahim Kalın’ın ‘Heidegger’in Kulübesine yolculuk’ kitabının çıktığını öğrendim.
Bu ülkenin Milli İstihbarat Teşkilatınının başındaki insanın Heidegger üzerine kitap yazmış olması bana göre global bir mucizedir.
Hem o böyle bir zorlu görevdeyken bile Heidegger üzerine kitap yazabiliyorsa, ben sadece yazı yazmaktan ibaret olan basit hayatımı neden ‘sadece kitap yazmakla yetinirim’ diyerek bozup gündelik yazıdan vazgeçeyim ki diye düşündüm.
Bu nedenle İbrahim Kalın sayesinde bana daha sona acı vereceğine emin olduğum bir karardan vazgeçtim. Ona müteşekkirim.