Günümüzün en etkili sol kültür teorisyenlerinden biri olan Sloven filozof Slavoj Zizek, ABD Başkanı Donald Trump’ın, ABD’yi “özgürlükçü bir faşizme sürüklediğini” söyledi. Zizek’e göre bununla “mücadele etmek için sol, sağ popülistlerden muhafazakâr değerleri geri almalı”.
“Var olan sefaletin sorumlusu olarak hâlâ Demokrat Parti’yi görüyorum. İki kez, Bernie Sanders gibi gerçek bir alternatifi reddettiler,” diyen Zizek, ABD Başkanı’nı “özgürlükçü bir faşist” olarak nitelendirdi. Zizek’e göre “Biz bugün bir ‘utanmazlık’ çağında yaşıyoruz” ve “Bunun kökeni, Batı’daki 68 kuşağı öğrenci isyanlarına kadar dayanıyor”.
Sol partilerin sağ popülizmin güç kazanmasını tersine çevirebilip çeviremeyeceğine ilişkin soruyu da yanıtlayan Sloven düşünür, “Biri ‘Mahallemizde şiddet yanlısı göçmenler sorun çıkarıyor’ dediğinde, bunu hemen ‘ırkçılık’ diye damgalamamak gerekiyor” dedi.
“Trump benim gözümde bir faşisttir ama özgürlükçü bir faşist…”
Slavoj Zizek, Alman die Zeit gazetesine röportaj verdi. “Trump’ın giderek sertleşmesini nasıl açıklıyorsunuz?” sorusuna yanıt veren Zizek, şöyle konuştu:
“En azından Trump niyetlerinde tutarlı. Başkanlığının ilk döneminde çok fazla konuştu ama yetkileri sınırlıydı. Şimdi tamamen utanmadan, çekinmeden hareket edebiliyor. Adeta bir sapkın gibi, sadece canı ne isterse onu yapıyor. Ulusal Muhafızlar içinde kendine bağlı özel birlikler kuruyor. Hatta Barack Obama’yı, Hillary Clinton’ı ve Kaliforniya yönetimini tutuklatmak istediğini açıkça söylüyor. Trump benim gözümde bir faşisttir, ama özgürlükçü bir faşist. Trump’a göre ifade özgürlüğü, güçlülerin ezilenleri aşağılayabilme özgürlüğüdür.”
2016’daki ABD başkanlık seçimlerinde Hillary Clinton’a karşı Donald Trump’ı destekleyeceğini söylemesi hatırlatılan Zizek, bunu bir hata olarak görüp görmediği sorusuna şöyle yanıt verdi:
“Hayır. Var olan sefaletin sorumlusu olarak hâlâ Demokrat Parti’yi görüyorum. İki kez, Bernie Sanders gibi gerçek bir alternatifi reddettiler. Pek çok liberal, ta ki Trump ortaya çıkana kadar her şeyin iyi gittiğini sanıyordu. Ama gerçek şu ki Trump gökten inmedi. Trump, demokratik refah devletinin bozulmuş yapısının bir ürünüdür. Bu açıdan bakıldığında Trump’ın, liberal merkezin de bir tür fetişi olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü kendi siyasal projelerinin asıl sorunlarını gizlemelerine yarıyor. Ve özellikle Sol Hareket şunu unutulmamalı; Trump’ın temsil ettiği popülist siyaset tarzı, 1968 öğrenci hareketi olmadan düşünülemez.”
“Cumhuriyetçiler, 68 kuşağının o kaba utanmazlığını bir iktidar ilkesi haline getirdiler”
1968 hareketiyle Trump’ın siyaset tarzı arasında nasıl bir ilişki kurduğu konusunda da açıklamalarda bulunan Zizek şu ifadeleri kullandı:
“Biz bugün bir ‘utanmazlık’ çağında yaşıyoruz. Bunun kökeni, Batı’daki 68 kuşağı öğrenci isyanlarına kadar dayanıyor. O zaman hakim olan düşünce şuydu: Utanç baskıdır. İnsan, ne istediğini açıkça söyleyemiyorsa, bu baskıdır. Bu yüzden öğrenciler kasıtlı biçimde utanmazlığı bir araç haline getirdiler; örneğin küfürleri halka açık biçimde kullandılar. Psikanaliz hocam Jacques Lacan, daha 1968 yılında Paris’te bunu görebildi ve öğrencilerine şöyle dedi: Eğer kendinizi böyle utanmazca davranmaya alıştırırsanız, bir gün sizden önceki tüm efendilerden daha kötü bir efendiye sahip olacaksınız. Bu kehanet bugün gerçekleşti. Cumhuriyetçiler, 68 kuşağının o kaba utanmazlığını bir iktidar ilkesi haline getirdiler.”
“Riyakârlık, açıkça utanmaz olmaktan daha iyidir”
Sloven düşünür, “Sapkınlık, Trump’ın siyaset tarzının neresinde yer alıyor?” sorusunu ise şöyle yanıtladı:
“Sapkınlık, insanın ne istiyorsa açıkça ve utanmadan yapmasıdır. Trump işte tam da bunu yapıyor. Ama paradoks olan şu: Bunca “açıklığa” ve “müstehcenliğe” rağmen, farklı görüşler hiç olmadığı kadar bastırılıyor. Utanmazlık, yasaklar olmadan işlemez. Trump’ın insanları kovma veya hapse atma arzusunu ne kadar açıkça dile getirdiğini görünce şu sonuca varıyorum: Riyakârlık, açıkça utanmaz olmaktan daha iyidir.”
Toplumda utanç duygusunu yeniden nasıl tesis edilebileceği konusuna da değinen Zizek, “Gençlere ahlaki özerklik kazandıracak bir kuruma ihtiyacımız var. Eskiden bu, ataerkil aileydi. Bu düzene olduğu gibi dönülmesini istemiyorum ama onu tamamen reddetmek de safdillik olur. 1930’larda Max Horkheimer ve Theodor W. Adorno, işleyen ataerkil ailenin, bireysel ahlaki özerkliğin temeli olduğunu söylemişlerdi. Baba figürü, çocuğa ‘kendi iç sesine kulak ver, kalabalığa uymak zorunda değilsin’ derdi. Bugün bu tür bir ‘dışsal otorite’ eksik. Trump ise bu rolü hiç doldurmuyor.” ifadelerini kullandı.
“Trump, demokrasiyi Stalinist bir tarzda yeniden tanımladı”
Zizek, “Trump’ı bir devrimci olarak görüyor musunuz?” sorusuna şu yanıtı verdi:
“Gerçek anlamda sol bir devrimci değil. Ama Trump, demokrasiyi Stalinist bir tarzda yeniden tanımladı. Gerçek özgürlük onun için diktatörlük, yani mutlak otoritedir. Ve Trump solun yirmi yıldır yapamadığını yaptı, küresel kapitalizmin mevcut biçimini fiilen çökertti, ithalatı kısıtladı. ABD’nin 1973 Nixon döneminden beri sürdürdüğü ekonomik sistem sona erdi. Ama onun yerine gelen, teknoloji patronlarının altyapı ve bilgi üzerinde hüküm sürdüğü ekonomi, eski neoliberalizmden bile daha korkunç.”
“Sol toplumsal düzen, suçla mücadele gibi muhafazakâr temaları sahiplenmeli”
Sol partilerin sağ popülizmin güç kazanmasını tersine çevirebilip çeviremeyeceğine ilişkin soruyu da şöyle açıkladı:
“Durum pek umut verici değil. Ama gelişmelerden bazı dersler çıkarılabilir. Sol pragmatik olmalı, sadece belli gruplara odaklanmamalı. Sömürü kavramını güncellemeli, örneğin çevre tahribatını da bu çerçeveye katmalı. Ayrıca aile yaşamı, toplumsal düzen, suçla mücadele gibi muhafazakâr temaları da sahiplenmeli.”
Zizek, bunun sebebiyle ilgili olarak şunları söyledi:
“Çünkü muhafazakârlar bu değerlere ihanet etti, müstehcen ve şiddet yanlısı hale geldiler. Sol, basit ama ahlaki bir yaşamı, aile yaşamını ve toplumsal dayanışmayı savunmaktan çekinmemeli. Orta sınıfın sıkıntılarını görmezden gelmemeli. Örneğin biri ‘Mahallemizde şiddet yanlısı göçmenler sorun çıkarıyor”’dediğinde, bunu hemen “ırkçılık” diye damgalamamak gerekiyor.”
“Daha radikal bir krizden sonra uyanacağız”
Sloven düşünür, dünyanın geleceğiyle ilgili olarak da “Belki ancak daha radikal bir krizden sonra uyanacağız. Ben bir kötümserim, ama mucizelere inanırım. Dini anlamda değil, sadece beklenmedik bir şeyin her zaman olabileceğine inanırım.” dedi.