İyiliğin trajedisi, ‘etik bir duygu’ olmaktan çıkıp ‘estetik bir gösteriye’ dönüşmesi mi?
Eskiden pazarlama ‘arzulara’ya hitap ederdi; bugün, onun yerini galiba ‘ahlâk’ aldı.
Şimdi bazı figürler topluma şunu fısıldıyor:
“Bir şeyler değişsin istiyoruz, biz iyi insanlarız.”
“İyi insan olmak” iddia ve çağrısı, neredeyse her markanın, her platformun, her sosyal medya figürünün yeni şifresi.
İnsan merak ediyor, bazılarının ‘Yeni Dünya’ söyleminde ‘iyi insan’ niçin bu kadar öne çıkarılıyor?
Modern insanın ‘iyilik’ konusu, ölçülmüş-biçilmiş bir ‘tasarım’ ve ‘kendinle barışmak’ meselesi.
Böylece gidişatı görmüyormuş gibi yapmak, konformizm’in üzerini örterek rahatlamak ve “iyi hissetmek” satılıyor.
Yani ‘duygusal ekonomi’, etiği de pazarlama dağarcığına kattı.
Vicdan artık sizin sahibi olduğunuz bir vasıf değil. Başkası bende onu görsün isteği ikrar edilen bir şey.
Bir yardım kampanyası, göze sokulan bir bağış, orada burada duyurulan bir sosyal davranış, kurulmuş “ulvi” bir vakıf… Hatta, sıradan insanları perişan eden bir sistemin batmasını yavaşlatmak için gönüllü servet vergisi ödemeye hazır oluş…
Bunlar, etkisi ölçülebilir olduğu ölçüde, “İyilik” sayılıyor.
‘Etki ajanlığı’, diye tanımlanan bir tutum da bu yeni zeminde yükseliyor:
Hakikat’in yerini etki’nin aldığı bir epistemolojide, sokma akılla bile olsa,
“Önemli olanın ne yaptığın değil, nasıl göründüğün olduğu” bilgisini mümkün olduğunca yaygınlaştırmak.
Hangi acıya, haksızlığa, kötülüğe vicdanınla dokunduğun değil, hangi yankıyı oluşturmuş olduğun hedef.
Böylece Vicdan, iç sesin olmaktan çıkarılıyor; algı düzenin düzenleyici kuvvetine dönüştürülüyor.
İstenilen (umarım gerçekten inanılan o değildir), “İyi insan, kendini sergileyen insandır”, bakışını artık normal bir tutum olarak kabul ettirmek.
Böylece etik, estetik bir form arayışına bürünüyor.
Ama gerçek etik, görünür olmak için kendini harap etmekle bağdaşabilecek bir şey midir?
Hepimiz biliyoruz ki değildir, iyiliğin değeri, ardında öyle gizli niyetler olmamasındadır.
Sessizdir, yankı aramaz.
Ama bu çağ, yankısız hiçbir şeye tahammül etmiyor.
Bu yüzden ‘sessiz iyilik’ gitgide kaybolurken, yerini “yankısı olan iyilik” zihniyeti gibi bir “Yenilik!” alıyor.
Olmadık maskelerle.
İnsanlık gittikçe çığırdan çıkarken, etik, estetikten bağımsız düşünülemez hâle geldi geliyor; çünkü görünüş, içeriğin yerini aldı bir kere.
Oysa etik, iyilik, yönelim meselesidir:
Başkasına yönelik, ama karşılığının kendine geri dönmesi beklentisi söz konusu olmayan bir hareket.
Bugünün “iyi insanı” bu iki arzu arasında bölünüyor:
Görülmek ile Doğru Kalmak.
Sonuçta görülür, ölçülür etki, yazıktır ki sistemin dili oldu.
Oysa hakiki iyilik, ölçüye sığmaz.
Karşılık beklemez.
Bir hareket, bir cümle, bir merhamet ânı, görülmeden gerçekleştiği için gerçek.
Bu onu izleyecek başka unuttuklarımızın öncüsü olabilir.
Belki de çağımızın trajedisi, bu ikisini artık birbirinden ayıramayışımız.
Bu çağın en sofistike manipülasyonlarından biri,
iyi insan olmanın bir vasıf, etik bir hedef olmaktan çok, kendi kendine yakıştırdığın algısal bir kimlik haline getirilişi midir?
Ki, içimizdeki yolunu şaşırmış bir kervan rahat yürüsün.
‘Bak, iyilik yaptık’ teşhiriyle kandırılabilen bir vicdan, kendini, dünyayı/düzeni sorgulayamıyor.
Bu iyilik anlayışı, olsa olsa o kervanı, yüzeydeki duygusal konforumuzu korur.
Kerameti kendinden menkul o“iyi insan”, farkında olmadan, kötülüğü sorgulamanın karşıtı hâline gelir.
Birini çaresiz çevirmemek, kederli bir göze bakabilmeyi sürdürebilmek, bir dostluk dokunuşunu aranızda saklamak, birinin zorluğunu fark edip sessizce bir ucundan tutmak. Hakikilik.
Bunlar dünyayı birilerinin elinde insandan iyice uzaklaştırarak değiştiremez belki.
Ama paylaşılabilir kılabilir.