Terörün Gölgesinde Bedavaya Yaşıyoruz: Üç Şehir, Üç Kaçış, Aynı Ders
15 Ekim 2025

12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden önceki dönemi yaşayanlar bilir.

Türkiye o yıllarda nefes almadan, günübirlik yaşardı.

Sokakta, kahvede, okulda, fabrikada — her an ölümün gölgesi üzerimizdeydi.

Kaç kez silah namlusuyla burun buruna geldim. Yanımda bombalar patladı, gözlerimin önünde insanlar vuruldu.

Hem sağcılardan hem solculardan dayak yedim ama öldürülmediğime hep şükrettim.

1980 öncesinin akıl dışı terörü, sağıyla soluyla hepimizi esir almıştı.

Askerî darbe geldiğinde toplum, baskının değil, hayatta kalabilmiş olmanın huzurunu hissetti her şeyden önce.

Bir serseri kurşuna kurban gitmemiş olmanın garip bir sevinci vardı içimizde.

Belki de bu yüzden, sonraki yıllarda yaşadığımız her dönemi, her nefesi bedavadan kazanılmış bir hayat gibi görmeye başladık.

Hayat Saniyelerle Kurtulur

Yıllar geçtikçe anladım:

Hayat, bazen bir kahve molası, bir uçuş değişikliği, bir erken uyanış kadar kısa bir farkla kurtulur.

Bir saksı düşer, bir kamyon yanınızdan sıyırır geçer, kader sizi ölümle randevudan birkaç dakika farkla uzaklaştırır.

Ben bunu üç kez yaşadım:

2001’de İstanbul’da, 2005’te Amman’da, 2008’de Mumbai’de.

Üç şehir, üç saldırı, üç mucizevi kaçış.

Ve her seferinde ölüm, yalnızca bir adım, bir gün, bir karar ötemdeydi.

İstanbul, 2001 – Terör Kapımıza Geldiğinde

İlk yüzleşmem, 23 Nisan 2001 sabahı, İstanbul’un kalbinde yaşandı.

Sık sık toplantılar yaptığımız bir otel, o gün bir terör sahnesine dönüştü.

Yaklaşık 12 kişilik silahlı bir Çeçen militan grubu, sabahın erken saatlerinde otele girip misafirleri rehin aldı.

Amaçları, Rusya’nın Çeçenistan’daki askeri operasyonlarına dikkat çekmekti.

Biz bir gün önce aynı otelde toplantılarımızı yapmış, ayrılmıştık.

O sabah televizyonlarda kuşatma görüntülerini izlerken, ekrandaki masamı, kahvemi, balkondaki koltuğu tanıdım.

Yaklaşık 12 saat süren dram, güvenlik güçlerinin müdahalesiyle kan dökülmeden sona erdi.

Ama otel, o andan sonra benim için bir “iş toplantısı mekânı” değil, terörün gölgesinde kalmış bir hafıza mekânı haline geldi.

O gün fark ettim:

Terör artık sadece uzak coğrafyaların değil, bizim gündelik hayatımızın bir parçasıydı.

Amman, 2005 – Mustafa Akkad’ın Son Gecesi

Kasım 2005.

OECD–MENA Yatırım ve Yönetişim Programı kapsamında Ürdün’deydik.

Toplantılarımızın yapıldığı Grand Hyatt Amman otelinde kalıyorduk.

Sabah erkenden yola çıktık; kuzeydeki Ümmü Kays’a, antik medeniyetlerin kesiştiği o tepelere gidecektik.

O akşam Ürdün–İsrail sınırında bir Ölüdeniz otelinde konaklayacaktık.

Yolda haber geldi:

Grand Hyatt, Radisson SAS ve Days Inn aynı anda bombalanmış.

57 insan ölmüş, yüzlercesi yaralanmıştı.

Kurbanlar arasında, İslam’ı Batı’ya anlatan Çağrı filminin efsanevi yönetmeni Mustafa Akkad ve kızı Rima da vardı.

Biz otelden yalnızca birkaç saat önce ayrılmıştık.

O gün anladım:

Şiddet yalnızca bedenleri değil, anlamları da öldürür.

Akkad, diyalog için yaşamıştı; onu öldürenler, o diyalogdan en çok korkanlardı.

Mumbai, 2008 – Cennetin Ortasında Kıyamet

Üç yıl sonra, Kasım 2008’de Mumbai’deydim.

Enerji ve yatırım toplantılarımızı yeni bitirmiştik.

Kaldığımız otel, Körfez iş dünyasının gözdesi Taj Mahal Palace’tı.

Programı bir gün öne çekip Delhi’ye geçmiştim.

İki gün sonra televizyon ekranlarında o muhteşem bina alevler içindeydi.

Pakistan’dan deniz yoluyla gelen militanlar şehri basmış, 105 kişi öldürülmüş, 300’den fazlası yaralanmıştı.

Restoranlarda, lobilerde, koridorlarda rehin alınan insanlar…

Bombaların sesi, yangınların alevi, dünyanın ticaret kalbinde yankılanıyordu.

Her sabah kahvemi içtiğim lobi artık bir morga dönüşmüştü.

Ve o an şunu fark ettim:

Kurtulmak, yaşamak kadar ağır bir duygudur.

Bir Diplomatın Sessiz Tanıklığı

Bu üç şehir bana aynı dersi verdi:

Terör sadece öldürmez; insanı değiştirir.

Bir kez ölümle yüz yüze geldiğinizde, zaman duygunuz bozulur.

Artık hiçbir toplantı, hiçbir plan, hiçbir söz aynı anlamı taşımaz.

Her dostluk, her kelime, her sabah “bir daha görebilmenin” şükrüyle kıymetlenir.

Ve her seferinde aynı soruyu sorarsınız:

“Bu kadar nefretin ortasında, biz hâlâ köprü kurabilir miyiz?”

Ben hâlâ inanıyorum:

Evet, kurabiliriz.

Çünkü köprü kurmak cesaret ister, yıkmaksa korkaklık.

Tesadüf Değil, Sorumluluk

İstanbul’da, Amman’da, Mumbai’de üç kez ucuz kurtuldum. Ama bu “şans”, bana bir ömürlük sorumluluk bıraktı.

Yaşamak, sadece hayatta kalmak değildir; hayatı anlamlı kılmaktır.

Terör, insanlığı parçalamak için vardır. Ama biz, yaşadıklarımızla, anlattıklarımızla, birbirimizi dinleyerek o bölünmeyi onarabiliriz.

Çünkü bazen bir kelime, bir film, bir dostluk —bir bombadan çok daha büyük bir sessizliği yırtabilir.

Ve kimbilir, önümüzdeki yıllarda yine “ucuz kurtulduk” diyeceğimiz başka vakaların içinden geçeceğiz. Korkunun ecele faydası yok.

Bu yüzden artık ben, “bugünü doya doya yaşa” düsturuna sıkı sıkıya sarılıyorum.

ÇOK OKUNANLAR