Bazı sabahlar, her şey tam yoluna girecekmiş gibi hissederiz.
Bugün başlayacağım, deriz.
Yeni bir alışkanlığa, yeni bir düzene, yeni bir hayata.
Ama bir bakarsın, yine aynı döngü:
Mesajlara yetiş, maillere cevap ver, birine söz ver, sonra kendini unutuver.
Ertelemek sadece eylemleri değil, duyguları da dondurur.
Birini aramayı, birine “özledim” demeyi, hatta kendi kalbimize dokunmayı erteleriz.
Çünkü “şimdi sırası değil” deriz.
Hep daha uygun bir an, daha sakin bir gün, daha hazır bir biz var sanırız.
Oysa hayatın kendisi zaten hiçbir zaman uygun değildir.
Ne planlara uyar, ne duygulara.
Bir bakmışsın, o “daha sonra” dediğin şey, artık hiç olmamış.
Büyüdükçe fark ediyor insan, zamanın bir gün biteceğini değil, asıl enerjinin tükendiğini.
Artık o kadar yorulmuşsundur ki, istediğin şeyleri bile istemeye halin kalmaz.
Bu yüzden “bir gün yaparım” dediğin şeyler, içinden taşar ama dışına sızamaz.
Kendine bile bahane üretirsin.
İçten içe bilirsin aslında, hiçbir şeyin sırası gelmez.
Çünkü hayat, sıralarını senin planına göre değil, kendi akışına göre verir.
Zamanın içinde sessizce akıp giden bir alışkanlıktır erteleme.
Biraz korkudan, biraz mükemmeliyet arzusundan, biraz da suçluluk duygusundan beslenir.
Bir şeyi yapmak istersin ama en mükemmel haliyle yapmak istersin.
Mükemmel zaman, mükemmel koşullar…
Ama o koşullar hiç oluşmaz.
Çünkü mükemmel an, yaşarken fark etmeden geçen andır.
Sen onun farkına vardığında zaten geçmiş olur.
Bazen farkına bile varmadan, kendimize bir “sonra” ülkesi kurarız.
O ülkede hep daha huzurlu, daha güçlü, daha hazır bir versiyonumuz yaşar.
Ve biz bugünü hep o ideale feda ederiz.
Ama o ülke hiç var olmaz.
Çünkü o ülkeye giden yollar, “şimdi”den geçer.
Bir düşün; kaç kez birini affetmeyi erteledin?
Kaç kez kendine “biraz daha dayan” dedin?
Kaç kez sırf başkaları kırılmasın diye kendi kalbini erteledin?
Belki de en büyük yorgunluğumuz, hep “bir gün mutlu olacağım” diyerek yaşamakta.
Oysa o gün, bugündü.
O an, az önceydi.
O kişi, sendin.
Belki de hayatı dolu dolu yaşamak, büyük kararlar almakla değil, küçük şeyleri artık ertelememekle başlıyordur.
Bir kahveyi sıcak içmek, balkona çıkıp nefes almak, biriyle göz göze gülümsemek…
Bunlar minik şeyler gibi görünür ama asıl yaşadığımızı hissettiren budur.
Ve bazen, planların arasında bir yerlerde, bir şey seni aniden durdurur.
Bir koku, bir şarkı, bir tesadüf.
İşte o anda fark edersin: yaşam dediğin şey, o küçük sızıların, o küçük sevinçlerin toplamıymış.
Bir anda geçip giden ama ruhuna işleyen kareler.
Bugün yine bir şeyleri ertelemek isteyeceksin.
Ama belki bu defa küçük bir farkla; ertelemeden “şimdi”nin içine sığmayı seçebilirsin.
Çünkü bazen bir gün dediğin şey, bugündür.
Ve belki de hayat, hepimizin cebinde duran ama kullanmaya korktuğu bir davet kartıdır:
“Şimdi.”