Sedat Peker, 2021 yılının ilk yarısında Türkiyeli bütün Ak Parti muhaliflerinin kahramanıydı. Bazıları onu yere göğe sığdıramıyor, onun bir devrimci olduğunu söylemeye kadar vardırıyorlardı işi.
Oysa hepimiz biliyoruz, Sedat Peker bir suç örgütü lideri. Peker kendisi de gizlemiyor, açıkça söylüyordu: Bu ifşaatları dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya çok kızdığı için yapıyordu. Ona göre polisler, kendisinin yurt dışında olduğunu bile bile eşinin ve küçük çocuğunun oturduğu evi sabaha karşı basar, eşinin iç çamaşırları dahil her şeyi didik didik ederken doğrudan bakan Soylu’nun talimatıyla hareket ediyordu.
Herhalde bu arama biçimi ve aramanın kendisi, o suç örgütlerinin “racon”unda ayıp bir şey olmalıydı ki, Peker çok kızmış, aylarca hepimizi her pazar sabahı meşgul eden videolarını yayınlamaya ve bazı suçları ifşa etmeye başlamıştı.
Peker’in ifşaatlarının pek çoğu sonradan gazeteciler tarafından doğrulandı. Bazıları vahim suçlardı bunların. Ama tek bir tanesi için bile bir savcılığın ifşaatları ihbar kabul edip soruşturma başlattığını, usulen de olsa bir şeyler yaptığını görmedik.
Düne kadar.
Ne oldu, ne değişti de dört yıl önce hiçbir savcının suç olduğunu düşünmediği konulardan birinin bir ucu bugün suç olarak görüldü ve dün operasyon yapıldı, bunu bilmiyoruz.
Yaygın kanaat, Süleyman Soylu’nun güçten uzaklaşması üzerine bu operasyonun mümkün olduğu ama ben buna da çok katılmıyorum. Çünkü bu varsayım, aslında suçu önlemek için şahin gibi bekleyen ama güçlü insanlar izin vermediği için bunu yapamayan soruşturmacılar olduğunu varsayıyor. Ben bu varsayıma katılmıyorum.
Neyse, arka plandaki sebep nasıl olsa bir gün ortaya çıkacak, şimdilik onun üzerinde durmayalım, sadece “zamanlama manidar” demekle yetineyim.
Bilen biliyor, Sedat Peker’in onlarca ifşaatı içinde en çok Sezgin Baran Korkmaz konusuyla ilgiliyim. İlgilenme sebebim SBK vakasında gördüğüm insan hikayesinin bana çok çarpıcı gelmesi, sadece ülkemiz için değil evrensel insan gerçekliği için de önemli unsurlar barındırması. Dostoyevski yaşasa SBK’dan roman konusu çıkarmayı, onu esin kaynağı olarak kullanmayı düşünürdü bence.
SBK, Karslı, bir hayli yoksul bir Kürt ailenin çocuğu. Küçük yaşta bir başına İstanbul’a gelmiş. Eğitimi yok. Hayatta hiç.bir şeyi yok.
Bir bekar evine minicik haliyle kiracı olmuş, yani bir sürü başka insanla aynı evi paylaşmış, bir yatağı olmuş sadece. İstanbul Kadıköy Çarşısında ayakkabı boyacılığı yaparak hayatta kalmaya çalışmış. Boya sandığı çalınınca bir dönercide bulaşıkçı yamağı olmuş. Orada akşamları müşteri tabaklarında artan dönerleri toplayıp Kadıköy’ün meşhur Salı Pazarında satmış. Patronuna yakalanınca pişkinlikle “Çöpe gidiyordu bu dönerler” demiş.
Bu hikayeleri kendisi gururla anlatıyor. Yaptığının yalan söylemek, hırsızlık ve dolandırıcılık olması aklına bile gelmiyor. Türkiye’nin yeni kuşaklarında bu nedense yaygın bir durum. Temel ahlakla bağları, ahlaki bir hata yamaktan çekinmeleri yok. En fazla hataları yüzlerine vurulursa utanıyorlar ama hatanın kendisi bir vicdan azabı yaratmıyor. (Dostoyevski’nin ilgisini çekecek noktalardan biri tam bu.)
SBK arada neler olduğunu anlatmadan bir ileri sıçrıyor kendini anlatırken, birden onu elinde minik bir sermayeyle buluyoruz. Birileri yurt dışından tamamen ilgisiz bir makineyi ithal etmek istemişler ama sonra bu makinelere gümrükte el konulmuş. SBK gümrük tasfiye ihalesine girip bu makineleri alıyor, onları tamamen farklı bir alet olarak pazarlıyor. Bu sahtekarlıktan biraz daha parası oluyor.
Üçüncü adım yine bir dolandırıcılık: Otomobillerde benzin tüketimini çok azalttığını iddia ettiği bir başka aleti satıyor. Ondan da kendisi için güzel para kazanıyor. Aletin otomobillere hiçbir faydası olmadığını söylemeye gerek yok herhalde.
Elindeki sermayeyle bu kez “çökme” işlerine giriyor. İflas halinde bir fabrika buluyor, sözde batık iş adamını kurtarmaya girişiyor ama arada fabrikaya “çöküyor” onu başka şehre taşıyor, araziyi satıyor, makinaları hurdada satıyor vs vs.
Çok çalışkan SBK ve herhalde bir de şeytan tüyü var, tanıştığı herkesi bir biçimde etkiliyor. Bırakın İngilizceyi Türkçesi doğru dürüst değilken İstanbul’da Amerikalı bir Ermeni ile tanışıyor. Los Angeles mafyasının önde gelen isimlerinden biri olan bu Ermeni onda bir şey görüyor olmalı ki, onu Amerika’da bir Mormon aile birlikte çevirdikleri düzene kenardan ortak ediyor. Mormon aile “bio yakıt” ürettiğini öne sürerek Amerikan Hazinesinden teşvik alıyor yüzlerce milyon dolar. Ortada aslında bu yakıt yok. Hadi bu onların dolandırıcılığı.
Aile bu dolandırıcılıktan kazandığı parayı işte o Ermeni mafyayla birlikte aklıyor. Ermeni mafya SBK’yı işin içine sokuyor, ailenin yüzmilyonlarca doları Türkiye’ye geliyor.
SBK bu sayede “çökme” işini geliştiriyor. Amerikalıların parasıyla onlara bir “varlık yönetim şirketi” kuruluyor, üstelik bu şirkete devletten alması zor olan lisanslar da alınıyor.
Varlık yönetim şirketi dediğiniz, bankaların tahsil edemediği alacaklarını sattığı şirket. Bu sayede SBK bankalara borçlu, borcunu ödeyemez durumdaki şirketleri ve iş insanlarını daha kolay saptayabilir hale geliyor. Ve bu saptadığı şirketlerden bazılarına da “çöküyor.”
Mesela Amerika’da yaşayan Türk iş insanı Yalçın Ayaslı’nın Türkiye’deki havayolu şirketi BoraJet bunlardan biri. Zavallı Ayaslı on yılı aşkın süredir SBK ile mahkeme mahkeme uğraşıyor, İstanbul’da Ortaköy’deki güzelim yalılarını ona kaptırdı. (Bu acımasızlık Dostoyevksi’nin ilgisini çekecek nokta.)
SBK’nın böyle çöktüğü yerlerden bir başkası işte dünkü soruşturmaya konu olan meşhur Paramount Otel. Onu bir Çek vatandaşının kurduğu bir şirket üzerinden devralıyor.
SBK’nın sermayesi baştan beri karanlık, Amerikalılardan gelen sermaye bu karanlığı daha da büyütüyor; çünkü o sayede SBK kendi “çökme” işini genişletiyor. Bir sigorta şirketi satın almayı başarıyor mesela. Satanlar Hollandalı, satış gerçek parayla yapılıyor.
Ama o, sigorta şirketinin kasasında duran parayla gidip Bodrum’daki oteli kendi muvazaalı şirketinden satın alıyor. Böylece Bodrum’da oteli devralmak için kullandığı parayı, 20-25 yıl içinde otelden kazanmayı umduğu para dahil daha neredeyse anında cebine koyuyor. Otel de bedavaya geliyor, otelden edeceği kârı da peşin tahsil ediyor ve otel hala onun.
Kafanız sahtekarlığa, dolandırıcılığa, hırsızlığa çalışınca finansal deha olmak zor değil; eğitimsiz bir adam bile olabiliyor, görüyorsunuz.
Hayat, SBK’yı Kars’ta doğduğu fakir köy evinden Türk iş dünyasının devlerinin Boğazdaki yalılarına kadar götürüyor. Rahmi Koç’la tanışıyor, onun yalısına gidiyor. Orada Koç’un kız kardeşinin kocası İnan Kıraç’la tanışıyor.
İnan Kıraç kimseye söylemediği bir derdini ona açıyor: Ortakları Jan ve Klod Nahum’la kavgalı bir ayrılık sürecindedir, Nahum’ların elindeki Kıraça Holding hisselerini alması, karşılığında onlara para vermesi gerekmektedir. Bu işe aracı olarak SBK’yı sokuyor. SBK’ya parayı veriyor, ondan hisseleri beklemeye başlıyor. Bu arada Noter huzurunda çeşitli belgeler imzalıyor SBK ile. Bunlar içinde en önemlisi SBK’ya 45 milyon dolar borçlu olduğunu gösteren belge.
SBK, Nahum kardeşlerle masaya oturuyor ve bu hisseleri onlardan alıyor ama sonra İnan Kıraç’a vermiyor. Vermediği gibi üste bir de “Bana 45 milyon dolar borcu var” deyip Kıraç’a haciz gönderiyor. (Bu aç gözlülük ve doymak bilmeme hali de Dostoyevski’nin ilgisini çekecek noktalardan biri.)
İşte bu olay sebebiyle bir zamanlar “Türkiye’ye yabancı yatırım getiriyorum” diye huzuruna çıktığı, yan yana fotoğraflar çektirdiği Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın radarına bu kez başka tür bir insan olarak giriyor. Çünkü İnan Kıraç onu Erdoğan’a şikayet etmiş.
Sonrasında devlet bileğini büküyor, SBK kaçıyor. Bir süre direnmek istiyor ama direncini kaybedince İnan Kıraç’a hisselerini geri veriyor, Nahum kardeşlere de Türkiye’de sahip olduğu sigorta şirketini (Unico Sigorta) devrediyor. Böylece Bodrum’daki otel de Nahum kardeşlere geçiyor ister istemez.
Şimdi dün ansızın hepimizin sular seller gibi bildiği (bu yazıyı tek bir arşiv materyaline bakmam gerekmeden yazdım mesela) ve en azından benim defalarca yazdığım bu roman konusu, savcılığın radarına giriverdi ve soruşturma başladı. SBK Amerika’da, bence döneceği de yok, orada Amerikan devletine borçlarını ödedi, mahkemeden bir ceza almamayı umuyor ve orada iş yapmaya çalışıyor.
Ama belki de maksat SBK değil. Bakın dün savcılık Paramount Hotel’e el koydu bile. Oysa diyorum ya otel bir sigorta şirketine ait, sigorta şirketi de Jan ve Klod Nahum’a.
Yarın aynı savcılık Kıraça Holding’in kapısına gelir, hisselerine el koyarsa ne olacak?
Can Holding soruşturmasında Ciner’in başına gelenleri görünce, Tekfen’in Can ailesine satışı Rekabet Kurumu’ndan dönen hisselerinin yine de Can’da kabul edilip bu holding yönetimine el konulduğunu görünce, TMSF’nin yarın Karsan’ın sahibi Kıraça Holding’in yönetimine oturmayacağının bir garantisi var mı?
Dünkü operasyon sadece bir başlangıç. Devamını merakla izleyeceğim.