Okuldaki hocası açıkladı: Cem en iyi notu hangi derste almış?
18 Ekim 2025

Arkada Boğaz üzerindeki köprünün ışıkları ışıl ışıl parlıyor.

Güzel bir sonbahar gecesi…

İsviçreli  yetkili konuşuyor.

Biraz ilerde onu dinleyen Vakko’nun Yönetim Kurulu Başkanı Cem Hakko’ya dönerek şunu anlatıyor:

“Bay Cem Hakko’nun İsviçre’de okuduğu okulun yöneticisiydim. Onu çok iyi iyi hatırlıyorum. Buraya gelmeden önce okulda aldığı notlara bir kere daha baktım. İyi bir öğrenciydi ve bütün derslerde notları iyidi. Ama en iyi not aldığı iki konu şuydu: İnsan ilişkileri ve spor… Okulun spor takımlarının başarılarına epey katkısı oldu. Ama en başarılı olduğu kayak takımıydı. Çok iyi bir kayakçıydı. Şimdi buraya gelince ve buradaki seçkin kalabalığı görünce anlıyorum. Bu seçkin insan kalabalığı bana onun bu notlarını çok daha iyi anlatıyor.”

Saate karşı yarışı biliyordum ama saatlerin yarışını ilk defa gördüm

Aslında gecenin konusu “Saat”ti…

Türkiye, ilginç bir uluslararası yarışmaya bu yıl ilk defa ev sahipliği yaptı.

İlk bakışta “Bizi hiç ilgilendirmeyen bir konu” diyebilirsiniz.

Çünkü yarışmanın konusu kol saatleri…

Mesela benim ilgi alanımın tamamen dışında bir konu.

Hayatım boyunca hiçbir zaman “Lüks bir saatim olsun” gibi bir duygum olmadı.

Saatte tek uzmanlık alanım Apple Watch

Zaten mekanik bir saat değil dijital bir Apple Watch kullanıyorum.

Bakın işte onun iyi bir uzmanıyım ve dünyada bu saati en etkili kullanan insanlardan biri olduğumu bile söyleyebilirim.

Bu yarışmanın adı şöyle:

“İsviçre Saatleri Büyük Ödülleri…”

Saat dünyasının en prestijli etkinliklerinden biri bu.

Her yıl Tokyo, New York, Singapur, Dubai gibi yükselen şehirlerde düzenleniyor.

Bu yıl niye Türkiye’de yapıldı, dün öğrendik

Bu yıl yarışma ilk kez Türkiye’ye taşındı.

Bunun bir nedenini de dün ekonomi yazarı Vahap Munyar’dan öğrendik.  

Meğer İsviçre’den Türkiye’ye saat ihracatı bu kriz yılında bile yüzde 21.5 oranında artarak, Kanada, Hollanda, Katar ve Hindistan’ın önüne geçmiş.

Türkiye, İsviçre saatlerinin ithalatında 16’ıncı sıraya çıkmış.

Yani en büyük ekonomilerde 19’uncu  sıraya geriledik ama, lüks saat alımında 16’ya çıkmışız

Çok ilginç bir şey viski ihracatı konusunda İskoçya da Türkiye için aynı şeyi düşünüyor.

Türkiye dünyanın en büyük viski pazarlarından biri oldu.

Serginin açılışına Fatih Altaylı’yı temsilen gittim

Türkiye’de saat tutkunu çok arkadaşım var.

Mesela Ali Sabancı ve Ferit Şahenk…

Ama patronlar dışında saat tutkunu bir arkadaşım var ki, bilgi konusunda işte onunla kimse yarışamaz.

Fatih Altaylı…

Saat konusunda ne zaman bir sorum olsa ona yazarım ve anında cevap verir.

Önceki akşam işte bu yarışmanın Sumahan Bosphorus  Otel’de serginin açılış daveti vardı.

İtiraf edeyim oraya şu an cezaevinde bulunan Fatih Altaylı’yı temsilen gittim.

Sırf keşke Fatih de burada olsaydı bize anlatırdı demek için

Bana temsil görevini kimse vermedi.

Bu görevi kendi kendime verdim.  Sırf “Gidip orada gördüğüm herkese ‘Keşke Fatih te burada olsaydı, bize bu saatleri tek tek anlatırdı’ demek için. 

Onun en iyi arkadaşlarından biri olan Galatasaray Kulübü eki Başkanı Faruk Süren de oradaydı.

İkimiz bu görevi yüklendik. İş insanı Sedat Aloğlu da bize katıldı.

Ama iyi ki gitmişim.

Çünkü olaya saat değil, bir “Tasarım olayı” olarak bakınca kendimce çok ilginç gözlemler yaptım.

15 ayrı kategoride 57 saat gördük

15 ayrı kategoride yarışma vardı.

Klasik erkek saatleri, tasarım saatleri, mücevher saatleri, yeni girişimci saatleri vs gibi.

Ve her kategoride yarışan bu saatler otelin bir odasında sergileniyordu.

Rolex, IWC, Patek Phillipe gibi en tepedeki markalar yarışmada yoktu.

Buna karşılık Audemars Piguet, Chopard, Piaget, Franck Muller gibi büyük markalar vardı.

Ünlü mücevher markasının 3,5 milyon franklık saati

İlk dikkatimi çeken şu oldu:

Louis Vuitton gibi “Fashion” markaları;  Bulgari,  Cleef&Arpel, Tiffany&Co  gibi  çok ünlü mücevher markalarının saat tasarımları vardı.

Tabii bu da 3.5 milyon İsviçre Frangı değerinde saatler ortaya çıkarmış

Saat sektöründe bağımsız markaların yükselişi

Benim için en ilgi çeken şey, bağımsız markaların yükselişiydi.

Bu bana, 1990’ların başında modada, Alexander McQueen, Rıfat Özbek, John Galliano, Hüseyin Çağlayan gibi yeni ve bağımsız isimlerin moda alanına gelişini hatırlattı.

Bu yeni ve bağımsız tasarımcılar 90’lı yılların sonlarından itibaren Dior, Chanel, Balanciaga, Louis Vuitton gibi dev markaların başına geçtiler.

Önümüzdeki 10 yıl içinde saat sektöründe de böyle bir gelişme olabilir.

Apple’ın ders alması gereken bir Bulgari saat

Sergilenen saatlerden biri özellikle ilgimi çekti.

Bulgari çıkardığı saati öylesine inceltmiş ki, şaşırtıcıydı.

Saat mekanik bir şey. Onca mekanik bu kadar ince bir kasaya nasıl sığdırılabilmiş hayretler içinde kaldım.

Bence Apple’ın iPhone telefonunun tasarımcıları bunu incelemeli.

Bana göre Apple telefonlarının başından beri bir kalınlık ve kabalık sorunu var.

iPhone 17 inceldi ama Samsung’u yakalayamadı

Geçen gün Londra’da 17 modellerini gördüm. Biraz daha inceltip, zarifleştirmişler. Ama Samsung Galaxie’lerinin inceliğini ve zarafetini hala yakalayamadılar.

İki gözlemim de şu:

Saat kadranları birer sanat eseri haline gelmiş.

Bana Frida Kahlo’yu hatırlatan bir desen bile gördüm.

İkincisi de Çin’li tasarımcıların saat sektörüne girmeleri.

İsviçrelilerle dörtlü poz ve güzel bir sohbet

Tekrar edeyim. Bunları bir uzmanın satırları olarak okumayın. Yazdıklarım sıradan bazı gözlemler.

Törenden sonra İsviçre’nin Ankara Büyükelçisi Guillaume Scheurer, bu yarışmayı düzenleyen   GPHG Vakfı Başkanı Raymond Loretan ve Cem Hakko ile sohbet ettik.

Vakıf Başkanı Loretan “Bağımsız üreticilerin” yükselişte olduğunu ve gözlemimin doğru olduğunu söyledi.

Yarışmaya katılan çok sayıda İsviçre dışı marka vardı. “Saatçılık sektöründe İsviçre’nin payı düşüyor mu” diye sorduğumda, beni şaşırtan bir cevap verdi:

“Hayır tam aksine yükseliyor…”

Benim için ‘Saat’ demek sporda ölçüm demektir

Saat denince benim aklıma, yeryüzünde mekanik ve mühendisliğin en uç noktası geliyor.

O kadar küçük bir yere makine dediğimiz şeyin en küçük ve sofistike aletlerini yerleştirebilmek ve buna estetik bir görünüm sağlamak gerçekten çok etkileyici bir şey.

Ama beni asıl etkileyen yani “Ölçüm” aracı olması.

Benim gibi tutkulu spor seyircileri için “Ölçüm” artık sporun, yarışmanın fiziki eforundan bile daha büyük önemi var.

Bir Formula 1 yarışı benim için, pistte “Wrınnn” diye geçen arabalar değil, ekranda akıp giden rakamlar. 

Tenis, atletizm, basketbol, yüzme, aklınıza hangi spor gelirse ölçüm içimizdeki seyir duygusunun en önemli yanı.

Benim bildiğim saat markaları şunlar

O nedenle kola takılan saatleri bilmem.

Ama televizyonda seyrettiğim rekabet sporlarında “Ölçümü yapan” markaları ezbere bilirim.

(*) Formula 1 (F1): 2025 itibarıyla TAG Heuer, F1’in resmi zaman ölçeri oldu. Daha önce 2013’ten beri bu görevi Rolex yürütüyordu.  

(*) Daytona (24 Saat Daytona / Rolex )

(*) Le Mans (24 Saat Le Mans  Rolex)

Olimpiyat denince Omega, tenis denince Rolex

1932 Los Angeles Olimpiyatlarından beri  kesintisiz resmî zaman ölçümünü Omega yapıyor.

Tenise gelince;

Wimbledon, Roland-Garros, Avustralya Open’de zaman ölçümünü Rolex yapıyor.

Anlayacağınız, saat bir alet olarak kolumda beni çok ilgilendirmediği halde, “Zaman” ve “Zamanın ölçümü” beni çok ama çok etkiliyor ve ilgilendiriyor.

Cem Hakko’nun gösterdiği kadranda baş döndürücü bir hız

Çarşamba gecesi Sumahan Otelin baş döndürücü atmosferinde sergilenen saatleri incelerken, başımı gerçekten döndürücü bir şey gördüm. 

Cem Hakko bir saatin kadranındaki küçücük daire içinde anormal hızla dönen bir kısmı işaret etti.

Saliseleri gösteren bir zemberekti bu.

Anormal  bir hızla hareket ediyordu şu hisse kapıldım:

Takip edemediğim bu hız aslında hayatımdı.

O an aklıma Silivri’deki insanlar geldi

O an hayatın aslında bedenimizden ne kadar büyük bir hızla akıp gittiğini farkettim.

Ürkütücü bir hızdı bu…

Onu bir saatin kadranında görmek beni mahvetti.

Ve hapisteki tanıdığım insanlar aklıma geldi:

Fatih Altaylı, Ekrem İmamoğlu, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Ayşe Barım, Çiğdem Mater, Can Atalay, Hüseyin Kocabıyık, seçilmiş belediye başkanları, aydınlar, sanatçılar…

Ne ile suçlandıkları bile belli olmadan hayat işte bu hızla akıyordu onların bedeninden…

İyi ki hayatımızı yıllarla ölçüyoruz

Ayrılırken anladığım son şey ise şuydu.

Hayatımın süresini “Yılla” ölçmek çok güzel bir tercihmiş.

Ekrandaki o küçük yuvarlağın içindeki saliselerle ölçmeye kalksaymışız…

Hepimizi büyük bir telaş alıp bambaşka bir yere götürürmüş.

Bitmeyen bir panik atakla yaşarmışız.

Ama uzaklaşırken içimden şu geçti.

Keşke tanıdığım, tanımadığım herkese baş dörücü hızla dönen yelkovanı gösterseydim.

Belki o zaman, birbirimizin hayatlarından aldığımız, çaldığımız, şuursuzca israf ettiğimiz hayat anlarının kıymetini daha iyi anlardık.

Evet, “saatten zerre kadar anlamayan bir insanın” “zamanı çok iyi anladığı” bir sergiydi bu…

ÇOK OKUNANLAR