Hiç bu kadar “iyi görünmeye” çalışıp bu kadar “yorgun hissettiğimiz” bir dönem olmamıştı.
Göz altlarımız kapatıcıyla, duygularımız filtrelerle gizleniyor.
Gülümsemeler sahici değil ama görev gibi.
“İyiyim” kelimesi artık bir duygu değil, bir refleks.
Artık herkes biraz yorgun.
Ama bu, uykusuzluktan değil; ruhsal bir yorgunluk bu.
Biriken sessizliklerin, bastırılan öfkelerin, tüketilen umutların ağırlığı.
Bir türlü tamamlanamayan bir iç huzur arayışı.
Eskiden yorgunluk bedenseldi.
Bir iş bitince dinlenirdin, bir tatil her şeyi toparlardı.
Şimdi öyle değil.
Artık ruhumuzun pili bitiyor, şarj olmuyor.
Tatil bile işe yaramıyor çünkü bavulla birlikte duygularımızı da taşıyoruz.
Oysa bazen sadece bir odada sessizce oturmak bile bir tedavi olabilirken, biz sürekli yeni “gürültüler” icat ediyoruz: Yeni planlar, yeni cihazlar, yeni hedefler…
Ama hiçbir şey içimizdeki sessiz çığlığı bastıramıyor.
Ruhsal yorgunluk, çoğu zaman dışarıdan fark edilmez.
Yüzün makyajlı, saçın düzgün, sesin güçlüdür ama içeride bir şey sürekli çatırdar.
Küçük hayal kırıklıkları birikir, ufak yanlış anlaşılmalar, bir “iyi misin?” sorusunun eksikliği bile yük olur.
Ve bir gün anlarsın:
Aslında kimseye kızgın değilsin.
Sadece uzun zamandır kendini ihmal etmişsin.
Bu çağ, sürekli bağlantıda olmanın, aslında kimseyle gerçekten bağ kuramamak anlamına geldiği bir çağ.
Herkes “online”, ama kimse “orada” değil.
Ruhsal bağlar yüzeyselleşti, sohbetler emojiye, duygular “story”ye sığdı.
Birbirimizi izliyoruz ama hissetmiyoruz.
Birbirimizi duyuyoruz ama anlamıyoruz.
Ve yavaş yavaş, herkes kendi sessizliğinde kayboluyor.
Belki de bu yorgunluk, hepimizin içsel bir çağrısı.
“Dur artık.”
“Bir şeyleri bırak.”
“Yetişmek zorunda değilsin.”
Çünkü hayat, kim daha çok dayanır yarışması değil.
Ruhun da bir limiti var.
Ve o limit aşıldığında, beden değil; anlam tükeniyor.
Belki de artık “nasıl daha çok çalışırım” değil, “nasıl daha az yorulurum” diye sormalıyız kendimize.
Hedef değil, huzur belirlemeli yönümüzü.
Yavaşlamak lüks değil, zaruret.
Dinlenmek tembellik değil, bilgelik.
Bir gün gelir, kalabalıklardan, planlardan, parıltılardan sıkılırsın.
Bir kuş sesine, bir sabah kahvesine, bir sessizliğe özlem duyarsın.
İşte o zaman anlarsın:
Yorgunluk kötü bir şey değildir.
Yorgunluk, ruhun seni yeniden çağırma şeklidir.
Ve belki de bu çağda en büyük güç, hızlanmak değil, durabilmektir.
Kendine dönebilmek, nefes alabilmek, ve “artık yeter” diyebilmek.
Çünkü bazen, en büyük devrim sessiz bir akşamda başlar.