Hukuk devleti, geri geldiysen kapıyı iki kere çal
21 Ekim 2025

Türkiye’de hukuk devletinin bizzat yargı eliyle ortadan kaldırılmasının üzerinden, tabiri caizse ‘Anayasal düzene darbe’ yapılmasının üzerinden iki yıldan fazla zaman geçti.

Zamanında burada kaç kez yazdım, hatırlatayım:

-Can Atalay, 14 Mayıs 2023’te yapılan genel seçimde TİP’ten milletvekili seçildi. Bir yüksek yargı organı olan YSK onun milletvekili aday listesinde yer almasına itiraz etmedi; çünkü Atalay o sırada hapiste olsa, hatta yerel mahkemede hakkında mahkumiyet kararı verilmiş olsa bile henüz cezası kesinleşmemişti.

-Türkiye’de ilk kez bir kişi cezaevinde olduğu halde milletvekili seçilmiyordu. Bu konu geçmişte büyük tartışmalara yol açmış ama sonunda Anayasa Mahkemesi’nin üst üste verdiği bazı kararlarla konu tartışılır olmaktan çıkmıştı. Seçilen kişi, milletvekilliği görevini yerine getirebilsin diye hakkındaki yargılama duruyor ve cezaevindeyse tahliye ediliyordu. AYM’nin yerleşik içtihadı buydu.

-Sadece AYM’nin değil, aslında Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu da uzun tartışmaların ardından aynı noktaya gelmiş, içtihat niteliğinde bir karar alarak AYM’nin bireysel başvurularda aldığı ihlal kararlarının bir gereği olarak seçilmiş kişilerle ilgili yargılamanın durdurulmasını ve eğer cezaevindelerse onların tahliye edilip milletvekilliği görevini yerine getirebilmesini sağlamayı karara bağlamıştı.

-Can Atalay seçildiğinde avukatları, o sırada dosyayı görüşmek üzere sıraya almış olan Yargıtay 3. Ceza Dairesine başvurdu ve bu yerleşik içtihadı hatırlatıp Atalay’ın dosyasının ayrılmasını ve onun tahliyesini istedi.

-Yargıtay 3. Ceza Dairesi bunu yapmadı. Atalay’ı dosyasını ayırıp tahliye etmediği gibi tam tersine Atalay’ın mahkumiyet kararı aldığı Gezi Davasını görüşmeyi hızlandırdı ve büyük bir hızla da İstanbul 13. Ağır Ceza’nın verdiği mahkumiyet kararlarını onadı. 

-Böylece Can Atalay’ın hukuki statüsü, hukuka uymayan biçimde değiştirildi, o artık “hükümlü” oldu.

– Bunun üzerine Atalay Anayasa Mahkemesi’ne haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle başvurdu. AYM başvuruyu kabul etti ve içinde neredeyse tamamen kendi eski kararlarına atıfta bulunulan bir kararla Atalay için hak ihlali kararı verdi. Kararı, gereğinin yerine getirilmesi için İstanbul 13. Ağır Ceza’ya yolladı.

-İstanbul’daki Ağır Ceza Mahkemesi görülmemiş, duyulmamış bir şey yaptı, AYM kararı için “Hakkında karar vermeye gerek yok” diyen bir karar verdi ve topu Yargıtay 3. Ceza Dairesine attı.

-3. Ceza Dairesi ise daha da görülmedik bir şey yaptı, “isyan” niteliğinde bir karar alarak Anayasa Mahkemesi’nin “yetkisiz” olduğunu ileri sürüp onun kararına uymayacağını duyurdu.

-Oysa hem Anayasa hem de ilgili yasa, bütün Türk vatandaşlarına kendi temel insan haklarının ihlal edildiğini düşündüklerinde AYM’ye başvurma hakkı tanıyor. AYM’nin incelemesi bir “temyiz” incelemesi elbette değil ama mahkeme ister istemez yargılama sırasında sunulan delillerden mahkemelerin kurduğu gerekçelere kadar her şeye bakıyor ve başvuran bireyin temel insan haklarının ihlal edilip edilmediğine karar veriyor.

-Anayasa ve ilgili yasa, ihlal kararı verildiğinde bu ihlalin giderilmesi için de yollar gösteriyor. Bazen bu yol sadece tazminat ödemek oluyor, yargılamayı yeniden yapmak, bazen de cezaevinden tahliye etmek. Önemli olan şu: İhlal her neyse ona sebep olan durumu değiştirmek.

-Gerek İstanbul 13. Ağır Ceza, gerekse Yargıtay 3. Ceza Dairesi işte buna direndi, hak ihlalini gidermeyi reddetti, hatta onun yerine Anayasa Mahkemesi’ni yetkisiz ilan etti. Oysa ortada bir yetki sorunu yok. Anayasa bu konuda çok açık, AYM kararları herkesi bağlıyor ve uygulanmak zorunda. Kaldı ki ortada bir yetki sorunu olmadığını Yargıtay’ın bütün ceza dairelerinin ortak kurulu da zaten kabul etmiş, içtihad haline getirmiş. AYM bu sebeple ikinci bir hak ihlali kararı daha aldı ve 13. Ağır Ceza’yı yeniden mahkum da etti.

-İki yüksek yargı organı arasında yaşanan bu Anayasa krizi, daha doğrusu bir Yargıtay Ceza Dairesinin Anayasayı uygulamaması Türkiye’de haftalarca tartışıldı ama ne yasama organı olarak Meclis, ne yürütme organı olarak Cumhurbaşkanı ne de “Devleti oluşturan güçlerin uyumlu çalışması” ve “Anayasanın uygulanmasından” sorumlu olarak bir kez daha Cumhurbaşkanı bu konuda herhangi bir şey yaptı. Sonuç olarak Anayasanın uygulanması sağlanmadı.

-Şimdi aradan iki yıldan fazla zaman geçti, dün Yargıtay 1. Başkanı sıfatıyla Ömer Kerkez çıktı, “Hak ihlali kararları uygulanmalı, ihlaller ortadan kalkmalı” dedi. Tabii, “Yargıtay Başkanı” sıfatı kamuoyunda yanlış bilinen bir sıfat. Evet Ömer Kerkez Yargıtay 1. Başkanı ama bu konumu ona Yargıtay bünyesindeki ceza ve hukuk dairelerinin “patronu” olma hakkını vermiyor. Her daire bağımsız ve muhtar. O yüzden Yargıtay Başkanı’nın bu güzel sözleri, ihlale yol açan kararı alan 3. Ceza Dairesi ve daha önemlisi İstanbul’daki 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından da tekrar edilmedikçe bir anlam ifade etmiyor.

-Esasen bugünlerde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin önünde, geçmiş kararından vaz geçmek için bir fırsat da var. O fırsatı yeniden AYM verdi. Anayasa Mahkemesi, Can Atalay’ın mahkum olduğu davada mahkum edilen bir başka isim olan Tayfun Kahraman için “adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine” karar verdi ve yargılamanın yenilenmesini istedi.

-13. Ağır Ceza eğer AYM’nin bu kararına uymayı kabul ederse, hem Can Atalay için hem Tayfun Kahraman için ve mantık öyle gerektirdiği için Osman Kavala dahil bütün Gezi mahkumları için yeniden yargılama kapısı açılabilir. Bu da sadece Can Atalay için mevcut hak ihlalinin iki yıllık gecikmenin ardından giderilmesi fırsatı vermez, aynı zamanda Türkiye’nin yeniden hukuk devletine geri dönmesi, AYM kararlarının uygulanması kapısını da açar.

-Tersi olur, mahkeme yeniden yargılamayı reddeder, Yargıtay 3. Ceza Dairesi bu konuda hiçbir şey yapmazsa, Anayasa uygulanmamış, bir anlamda kısmen de olsa yürürlükten kalkmış olmaya devam eder, krizimiz daha da derinleşir.

-Bakalım hukuk devleti geri gelecek mi? Geldiğinde kapıyı iki kere çalacak mı?

ÇOK OKUNANLAR