Amerikan Yüksek Mahkemesi’nde kuvvetler ayrılığı hakkında çok sahici bir tartışma
06 Kasım 2025

Dünyada bugün demokrasi adı verilen bir rejim olmasının iki temel kaynağı var.

Bunlardan birincisi “bütçe hakkı” adını taşır. Bu hakkın kökü ta Magna Carta’ya, yani 1215 yılının İngiltere’sine kadar gider.

Bütçe hakkı çok özetle şudur: Bir iktidarın hangi parayı nereye harcayacağına da, o paraları hangi vergilerle toplayacağına da halkın temsilcileri, yani parlamento karar verir. Onun izin vermediği bir para harcanamaz, bir vergi toplanamaz.

Modern demokrasilerin ikinci kökü ise kuvvetler ayrılığı rejiminden gelir. Yani bir ülkede yürütme erki birbirine eşit güçlerden sadece biridir. Yasama kendi başına bir başka güçtür. Ve son olarak hukuku uygulayan yargı da her iki gücü birden denetleyen bir üçüncü bağımsız güçtür.

Ülkemizde yaşadığımız bütün demokrasi tartışmalarının ucunun dönüp dolaşıp bu iki köke dayanması hiç boşuna değil. Bizim ülkemizde ne “bütçe hakkı” ne de kuvvetler ayrılığı rejimi hiçbir zaman tam olmadı; büyük ölçüde kağıt üzerinde bir temenni olarak kaldı.

Örneğin bugünlerde parlamentomuz “bütçe hakkı”nı kullanıyor; ama kullanılan bir şey yok. Yönetimin kendi başına hazırladığı bütçe satırına dokunulmadan kabul ediliyor her seferinde. Yönetimin bütçe üzerinde o kadar geniş yetkisi var ki, örneğin bugün diyelim Ulaştırma Bakanlığı için bir para istiyor ama uygulamada o parayı alıp Çevre ve Şehircilik Bakanlığında kullanabiliyor ve buna hem izni var hem de hesap soran yok.

Yargı bağımsızlığı konusu ise bitmez tükenmez sancımız. Herhalde yargının özellikle iktidardan bağımsız olduğunu, isterse iktidara hesap sorabileceğini düşünen tek bir kişi bile bulamazsınız bu ülkede.

Neyse, konumuz Türkiye ve Türk demokrasisi değil bugün.

Çarşamba günü Amerika’da, Amerikan Yüksek Mahkemesi’nde çok önemli, çok ilginç ve çok uzun bir yargılama yapıldı.

Malum, Başkan Donald Trump bütün dünyaya ülkesine ithal edilecek malların gümrük vergilerini yükselterek ayar veriyor. Bunu da “Kurtuluş Günü” diye ilan etti, 1 Nisandan beri bu gümrük vergileri dünyanın bütün ülkelerine en az yüzde 10 olarak uygulanıyor. Bunun üzerine bazı ülkelere uygulanan cezalandırıcı vergiler var, bunların oranları o yüzde 10’un üzerine eklenen yüzde 5’ten yüzde 30’a kadar değişiyor. Bir de son olarak, Kanada, Meksika ve Çin’e karşı uygulanan fentanil vergileri var, onlar da şok yüksek.

Trump bu vergileri Amerikan Kongresi’nin 1977 yılında çıkardığı ve başkanlara acil durumlarda önlem alma yetkisi veren bir yasaya dayanarak salıyor.

Amerika’da yargı bağımsızlığı bulunduğu için, ülkenin dört bir yanından yüzlerce, hatta binlerce küçük ve orta boy şirket bu vergilere karşı mahkemelere başvurdu. O başvuruların büyük bölümü, bazı durumlarda yerel mahkemesi tarafından bazı durumlarda ise Trump yönetimi tarafından nihai yol gösterici kararın verilmesi için Yüksek Mahkeme’ye taşındı.

Tartışılan konu şu: Bütçe hakkı prensibine ve Amerikan Anayasasına göre vergi koyma ve vergi oranlarını belirleme hakkı Kongre’ye aitken, Başkan’ın tek başına vergi salmaya yetkisi olabilir mi olamaz mı? 

(Dayanamıyorum, Türkiye geliyor aklıma: Bizim parlamentomuz kendisine ait olan bu hakkın bir bölümünü, vergi oranlarını belirleme yetkisini Cumhurbaşkanına devretmiş durumda. Pek çok verginin oranını Cumhurbaşkanı tek başına belirleyebiliyor bizim ülkemizde.)

Amerikan Yüksek Mahkemesi çarşamba günü neredeyse bütün gün konuyla ilgili iki tarafın, yani “Trump’ın vergi koyma yetkisi yok” diyen davacıların ve “Yetkimiz var” diyen yönetimin avukatlarının bu konudaki savunmalarını dinledi.

Dinledi dediğim de şu: Yüksek Mahkeme yargıçları çok keskin ve sert sorular sordular her iki tarafın temsilcilerine.

Tabii konuyla ilgili herkes ve bu arada Amerikan gazeteleri, yargıçların sorduğu sorulardan hareketle onların olası eğilimlerini tahmine çalıştı. Amerikan Yüksek Mahkeme yargıçlarının temel eğilimleri, aynen bizim Anayasa Mahkemesi yargıçlarınınki gibi, önceden biliniyor. 9 üyeli mahkemede 3 liberal yargıca karşılık 6  muhafazakar isim var. Yani Trump yönetiminin bir avantajı var mahkemede.

Ancak bu avantaj, bizim AYM’de olduğu gibi her zaman çantada keklik bir avantaj değil. Orada muhafazakarların prensipleri ve kendilerine göre asla aşmayacakları kırmızı çizgileri var. Orada yargıçlar kendi kişisel itibarlarını entellektüel tutarlılıkları ve süreklilikleriyle koruyorlar, bugün ak dediğine yarın kara demiyorlar.

Örneğin çarşamba günkü yargılama/sorgulamayı izleyen The Wall Street Journal gazetesi, mahkemedeki 3’e 6 dağılıma karşın yargıçların en az altısının gümrük vergileri konusunda son derece kuşkucu sorularıyla öne çıktığını, Trump’ın yetkisi olduğunu düşünen bir yargıç bulunduğunu, kalan iki yargıcın ise net bir eğilim belli etmediğini saptamış. (Tek tek her yargıcı anlatan bu müthiş değerlendirmeyi buradan okuyabilirsiniz.)

The New York Times gazetesi de uzun uzun bazı önemli yargıçların bu gümrük vergileri konusunda kuşkucu yaklaşımını haber yapmıştı, bu habere bir de “Dünkü yargılamadan beş önemli konu” başlıklı bir bilgilendirme kutusu eklemişti.

Bu yazıyı çok uzatmayacağını bilsem bazı yargıçların sorduğu keskin soruları da yayınlamak isterdim ama konunun detaylarından daha önemlisi şu:

Mahkeme sonuçta Başkan Trump’ın kendi başkanlık yetkilerini çok genişletip kuvvetler ayrılığını ve bütçe hakkını, yani demokrasinin özünü, ihlal edip etmediğine karar verecek sonuçta.

Konu bu kadar ciddi olduğu için de mahkeme koca bir gününü bu konudaki sunumlara ve soru-cevaplara ayırdı.

Türkiye için son derece lüks gibi gözüken bir tartışma bu. Çünkü biz Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamayabilen bir ülkeyiz; yarın bizim AYM’miz Cumhurbaşkanı’nın kendince çok kritik gördüğü bir yetkisini kısmaya kalkışsa başlarına neler gelir, kestiremiyoruz.

ÇOK OKUNANLAR