Voyager 1 ve Voyager 2 uzay araçları, 1977 yılında NASA tarafından, Güneş Sistemi’nin dış gezegenlerini, gaz devleti Jüpiter, Satürn ve Neptün’ü incelemek, fotoğraflar yollamak üzere tasarlandı. Ancak bu küçük uzay araçlarının belirlenen hedefleri gözlemledikten sonra yollarına devam edeceği, en sonunda Güneş Sistemini terk edip uzaya çıkacağı biliniyordu.
Bu iki araç, fırlatılmalarının üzerinden 48 yıl geçmesine rağmen hala şaşırtıcı biçimde çalışmaya, dünyayla iletişim kurmaya, dünyadan gönderilen komutları yerine getirmeye devam ediyor ve bütün bunları bundan 50 yıl öncesinin bilgisayar ve uzaktan yönetme teknolojisiyle yapıyor. Bugün çoğumuzun bileğimizde taşıdığımız akıllı saatlerin bilgisayarları bile Voyager’lardaki bilgisayarlardan çok daha güçlü. Cebimizdeki akıllı telefonların kapasitesi ise kıyaslanabilir gibi değil.
Her iki Voyager da artık Güneş Sistemin dış sınırlarındalar ve ondan daha uzaktaki Kuiper Kuşağına doğru yol alıyorlar. Ancak Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi NASA, Voyager araçlarının Güneş Sisteminin dış sınırında sıcaklığın 30 bin ila 50 bin Kelvin’e kadar çıktığı bir tür ‘ateş duvarı’ bölgesine ulaştığını duyurdu.
Güneş Sistemi’nin sınırı, gezegenlerin son bulduğu nokta, Oort Bulutu (Güneş’in yerçekimi etkisinin azaldığı sınır) ya da Güneş’in manyetik alanının bittiği yer, yani ‘heliopause’ olarak tanımlanıyor.
NASA, bu bölgeyi şöyle açıklıyor:
Güneş’ten sürekli olarak yayılan yüklü parçacık akışı, yani güneş rüzgarı, gezegenleri geçip, Plüton’un üç katı uzaklığa kadar ulaşır. Orada yıldızlararası ortamın direnciyle karşılaşır ve Güneş ile gezegenleri çevreleyen dev bir kabarcık oluşturur: heliosfer.
Heliopause, bu balonun dış sınırında, güneş rüzgarı ile yıldızlararası rüzgarın dengelendiği noktadır. NASA bu bölgeyi şöyle tarif eder:
İki rüzgarın basıncı eşitlenir, güneş rüzgarı yön değiştirerek heliosferin kuyruğuna akar. Tıpkı bir geminin denizi yararken önünde bir şok dalgası (bow shock) oluşturması gibi, heliosfer de uzayda ilerlerken benzer bir şok bölgesi yaratır.
Voyager ısı duvarını nasıl geçti ve bu “ısı” ne?
Voyager sondalarının ölçtüğü 30 bin ila 50 bin Kelvin arası sıcaklık, gerçekte ‘bildiğimiz anlamda bir ısı’ değil, uzaydaki tek tek parçacıkların enerjisini temsil ediyor. Bu bölge, Güneş Sistemi’nin manyetik sınırında, yıldızlararası ortama karışmadan önceki son tabaka olan heliopause’ta yer alıyor. Burada protonlar ve elektronlar son derece hızlı hareket ettiği için sıcaklık değerleri çok yüksek çıkıyor, ancak ortamın yoğunluğu neredeyse sıfıra yakın. Yani, 1 santimetreküplük hacimde yalnızca birkaç atom bulunuyor.
Bu yüzden, parçacıklar ne kadar enerjik olursa olsun, aralarındaki mesafe çok büyük olduğundan ısı aktarımı gerçekleşmiyor. Sıcaklık kavramı burada yalnızca parçacıkların ortalama kinetik enerjisini ifade ediyor.
Sonuç olarak Voyager, ‘ateş duvarı’ olarak adlandırılan bu bölgeden zarar görmeden geçti; çünkü bu duvar, gerçek bir alev duvarı değil, son derece seyrek ama enerjik parçacıklardan oluşan görünmez bir sınırdı. Bu olay, ‘uzayda sıcaklığın her zaman ısı anlamına gelmediğini’, yoğunluğun bu farkı belirleyen en kritik etken olduğunu bir kez daha kanıtladı.
Fırlatılışlarından yaklaşık 50 yıl sonra, Voyager 1 ve 2 hâlâ bu sınırın ötesinden veri göndermeye devam ediyor.
NASA’nın son açıklamalarına göre, Voyager 2’nin manyetik alan ölçümleri Voyager 1’in şaşırtıcı bulgusunu doğruladı:
Heliopause’un hemen ötesindeki manyetik alan, heliosferin içindeki manyetik alanla neredeyse paralel.
Bu gözlem, iki aracın benzer yönelimde manyetik alanlar tespit ettiğini ve Güneş Sistemi’nin dış ortamıyla beklenenden daha yumuşak bir geçiş bölgesine sahip olduğunu gösterdi.

