Kasım ayı sonbahardan kışa geçişin ortası. Günlerin kısaldığı doğanın uykuya hazırlandığı, güneşin artık bizlere ara ara göz kırptığı günler.
Yıl sonu yaklaşırken hep sorgulamalarımızı yapmaya başlarız ya, sanki Kasım ayı biraz daha belirleyici olur.
Sakin anlarımızı yakalayıp köşemize çekilip sıcak içeceklerimizi yudumlarken arkada bırakacağımız yılı gözden geçirmeye başlarız. Neleri hedeflemiştik, neleri başardık, neleri yapamadık. Dürüstçe kendimizle yüzleşebiliyorsak ne âlâ. Yüzleşebilmeliyiz de.
Yapamadıklarımızın dökümünü olgunlukla karşılayabilmeliyiz. Bu yıl yapamadıysak gelecek yılın hedeflerinin içine koyarız, değiştirebilecek cesaretimiz varsa onları sorgulamaya başlayabiliriz.
Önemli olan iç seslerimizi dinleyebilmek. Kendimize karşı dürüst olmak. Zor olan kararları yüreğimizi acıtsa da alma cesaretini göstermek. Yürekten inandığımız ama henüz gerçekleşmeyenler için de sabretmeliyiz.
Sonbahar ve Kasım deyince tabii ki hüznü es geçemeyiz. Hüzün ne tam üzüntü ne tam sevinç; ikisinin arasında, grinin tonlarında bir his.
Hüzün birikmiş duygularımızı boşaltır, kendimizi daha iyi tanımamızı sağlar, bizi destek aramaya yöneltir, değişimi kabul etmemizi kolaylaştırır. Hüznümüzü kabul ederek farklı bir dinginliği huzuru yakalayabiliriz. Hatta itici gücümüz olabilir.
Ahkâm kesmek kolay diyeceksiniz.
İçinde yaşadığımız bu iklimde sonsuz telaş ve koşuşturma içindeyken ve anlamlı anlamsız etkilerle bombardımana tutulmuşken kolay mı?
Hiç kolay değil ama biraz zamanı yavaşlatıp kendinize dönünce bebek adımlarıyla yapabiliyorsanız emin olun çok iyi gelecek. Benden söylemesi.

