1982 yılı…
Bir askeri darbe önümdeki bütün hayalleri yıkmış, mutsuz bir öğretim üyesi olarak hayatımı idame ettirmeye çalışıyorum.
Prof. Yılmaz Büyükerşen, Anadolu Üniversitesi’nin başında ve bana Eskişehir’de haftada bir gün ders vermeyi önerdi.
TCDD’nin, Cumhuriyetin devlet demiryolları olduğu yıllardı.
Dönüş yolunda yemekli vagonda oturuyorum, bir kadeh viski, Anadolu bozkırının ortasından Ankara’ya gidiyorum.
1982 yılında Eskişehir-Ankara treninde keşfettiğim insan geçen cuma öldü
İşte o günlerde elimde bir kitap.
“İkili Sarmal: DNA yapı çözümünün öyküsü”
Üstünde de yazarının adı:
James D. Watson…
O kitabın yazarı geçen Cuma günü New York’un East Northport kentinde bir huzurevinde öldü.
Tenha bir ölümdü…
Çevresinde fazla insan yoktu.
James D. Watson’un ölümü, gündemi siyasetle istiap haddini aşmış Türk klasik medyasında pek yer bulmadı.

12 Eylül’ün gadrine uğramış parasız Türk yazarları onu 43 yıl önce keşfetti
Ama bu ülkenin parasız Türk yazarları onu 43 yıl önce keşfetmiş ve kitabını yayınlamıştı.
Bir avuç yazarın kurduğu Yazarlar Kooperatifi YAZKO’nun yayınevi, “Bilimsel kitaplar” serisinde ilk bu kitabı yayınlamıştı.
12 Eylül Askeri darbe dönemiydi.
Yazko’nun başında Mustafa Kemal Ağaoğlu vardı.
O kitaptan 18 yıl sonra Clinton bana yine hatırlattı
James D. Watson, insanlık tarihinin en önemli buluşlarından biri olan DNA ikili sarmalını keşfeden iki insandan biriydi.
DNA bilgisi ile ilk tanışmam, işte Eskişehir-Ankara treninin, yemekli vagonunda oldu. DNA’yı o yıl keşfettim ve içeriği hiçbir zaman aklımdan çıkmadı.
O kitap aynı zamanda Türkiye’nin DNA’yı keşfiydi.
18 yıl sonra…
26 Haziran 2000 günü, Başkan Clinton Beyaz Saray’da “İnsan Genomu” projesini açıklarken, o kitap yine aklıma geldi.
Neler okumuştum o kitapta, neredeyse satır satır hala aklımda.
Üç ayrı ekip DNA’yı bulmak için yarışıyor
1950’li yılların başında dünyanın birkaç yerinde üç ayrı ekip DNA’nın keşfi için inanılmaz bir hızla ve rekabet içinde çalışıyordu.
Bunlardan ikisi Cambridge’deki Cavendish Laboratuvarında çalışıyordu.
İşte DNA’nın ikili sarmalı, o laboratuvarda ortaklaşa çalışan iki biliminsanı tarafından bulundu.
James D. Watson ve Francis Crick…

DNA sarmalı bir başka tren yolculuğunda keşfedildi
Trende okuduğum kitap işte bu iki sarmalın bulunmasının hikayesiydi.
Watson, 1951–1953 yılları arasında Cambridge’deki Cavendish Laboratuvarı’nda Francis Crick ile birlikte çalıştığı dönemi, çok renkli ve biraz da alaycı bir dille anlatıyordu.
Aynı günlerde, Londra’daki King’s College’da çalışan Rosalind Franklin (Rosy) ve Maurice Wilkins X-ışını kristalografisiyle DNA’nın fotoğraflarını çekiyordu.
Ben kitabı Eskişehir-Ankara arasında trende okuyordum.
DNA’nın keşfinde gerçek kırılma noktası da bir başka trende oldu.
Trende kendi kendine sordu: “Ya DNA daha basit bir şeyse?”
Bir gün Londra’dan Cambridge’e dönerken, tren yolculuğu sırasında DNA’nın baz eşleşmesi (adenin–timin, guanin–sitozin) fikri kafasında birden oturur.
O sahneyi, “Trende giderken birden aklıma geldi” diye anlatır.
“Biz hep çok komplike biçimler üzerinde düşünüyoruz. Acaba bu çok daha basit bir form olmasın…”
O sırada elinde küçük karton modeller vardır; trende bu modelleri oynatırken bazların sadece belirli çiftler halinde (A–T, G–C) hidrojen bağlarıyla birleşebileceğini fark eder.
Bu sezgi, çift sarmal modelinin matematiksel ve kimyasal olarak mantıklı hale gelmesini sağlar.
O an kalbim hızla atmaya başladı
Watson, bu sahneyi neredeyse bir “aydınlanma” anı gibi anlatır. Karmaşık bir bilimsel hesaplamadan çok, sezgisel bir buluştu bu…
Ve o anki duygusu şöyleydi:
“Kalbim hızla çarpmaya başladı. Eğer bu doğruysa, DNA’nın kendini nasıl kopyaladığını da açıklamış oluyorduk.”

İnsanlık tarihinde ikinci ‘Euroka’ anı
Cambridge’e geldiğinde trenden inip doğruca laboratuvara gider, Crick’i bulur ve ona bağırarak şu cümleyi söyler:
“Francis, doğru baz eşleşmelerini buldum.”
Ve ertesi sabah laboratuvarda kağıt modellerle çift sarmalın son halini kurarlar.
Bilim tarihinde ikinci “Euroka” anıdır bu…
“Buldum” anı yani…
Birincisi Arşimet’in suyun kaldırma gücünü bulduğu andı, ikincisi canlının temel bilgisinin kaydedildiği sarmalı bulduğu o an…
Geçen Cuma günü işte o insanı kaybettik.
Ne yazık ki, 43 yıl önce parasız yazarların keşfettiği bu büyük insanı, günümüzün Türk medyası, gündemindeki öteki konular nedeniyle 2025’de kaybetti.
Bir huzurevinde yapayalnız ölüm
Watson, 2007 yılında yaptığı bazı açıklamalar nedeniyle “Irkçılıkla” suçlandı.
Zekanın genetik bazı özelliklere bağlı olduğunu iddia ediyordu.
O gün çalıştığı Cold Spring Harbor Laboratory’den uzaklaştırıldı.
2019 yılında aynı görüşlerinde ısrar ettiği için bütün akademik ünvanları elinden alındı.
Ve gecen Cuma bir huzurevinde yapayalnız bir biçimde bu dünyadan ayrıldı.
Bugün dünyada bir çok hastalığın nedenleri, meçhul kalmış cinayetler, canlı organizmasının sırları onun Londra-Cambridge treninde kendi kendine sorduğu o soru sayesinde çözülüyor…
“Ya hayat bizim sandığımızdan daha basit bir şeyse…”

Bugün 10 Kasım ve o laboratuvarın başında bir Türk bilim insanı var
Bugün 10 Kasım…
Atatürk’ü anma günü…
Bir zamanlar, DNA’yı keşfeden insanların çalıştığı o laboratuvarın başında bir Türk biliminsanı var.
Mete Atatüre…
Cumhuriyet’in Devlet Demiryollarının treninde okuduğum o kitabı bugün hala hatırlıyorum.
43 yıl sonra ben de trende sorulan o soruyu soruyorum
Evet tam 43 yıl geçti…
Ben de Atatürk’ü o yıllardan çok daha iyi anlayan bir insan olarak o soruyu devam ettiriyorum.
Ya her gün bocaladığımız biraz daha batağına girdiğimiz, birbirimize düştüğümüz bu sorunların çözümü sandığımızdan çok daha basitse…
Mesela aradığımız huzurun ve kardeşliğin sırrı, basit bir insani, vicdani ve adil adımın atılmasına bağlıysa…
Ne diyordu Turgut Uyar?
“Bazen kalkıp gitmek iyidir…”
Hele hele trenle gitmek daha da iyidir.
Bu arada çok teşekkürler Yılmaz Büyükerşen Hocam…
Sizin bana sağladığınız bir Eskişehir-Ankara tren bileti ve ısmarladığınız bir kadeh Ankara viskisi sayesinde, ben de kendi DNA’mı keşfettim…

