Terör kelimesini hepimiz biliyoruz, maalesef en azından 50 yıldır ülkemizin günlük konuşma dilinde bu kelime varlığını sürdürüyor.
Terör kelimesi epey eski bir kelime. Proto Hint Avrupa dillerinde ‘tre’ ve ‘tres’ köklerinden geliyor. Sarsmak, titremek anlamlarında.
Oradan eski İtalyanca’ya geçmiş, “trozeo” olmuş, derken eski Latinceye “trreo” olarak geçip Latincede ‘korkutmak, korku salmak’ anlamında önce “terrere” sonradan da “terror” haline gelmiş.
Eski Fransızcada “terreur” diye kullanılmış, anlamı aynı: “Korkutmak, korku salmak.”
Demek insanlık belki binlerce yıldan beri “terör”ü tanıyor ve tanımlıyor.
Fakat siyasi sözlüklere girmesi, Fransız Devrimi sırasında yaşanan ve daha o zaman adı “Terör dönemi” diye adlandırılan Mart 1793’ten Haziran 1794’e kadar süren özel dönemle olmuş. O dönemde Fransız Devrimi aralarında kendi çocuklarının da olduğu çok sayıda insanı giyotinle idam etmiş, devrim bu şekilde korku salarak (terör yaparak) kendini var etmiş.
Sonra tabii Sovyet Devrimi’nin terör dönemi vardır, Stalin terörü onu izler. Almanya’da Nazi hükümetin terör ve yıldırmaları.
Dikkat edin, “terör” derken o zamana kadar devletten bağımsız bazı grupların şiddete başvurarak yarattıkları korku ortamından değil daha çok devlet gücü kullanan aktörlerin yönetmek için ve muhaliflerini yok etmek için korku salmayı, terör uygulamayı bir yöntem olarak benimsemesinden söz ediliyor.
Sonra ama 60’ların sonlarından itibaren Batı Avrupa’da özellikle Almanya’da ortaya çıkan ‘Kızıl Ordu Fraksiyonu’, derken onun Japon ve İtalyan uzantıları, şiddet uygulamayı bir siyasi propaganda metodu olarak kutsamaya başlayınca “terör” kelimesinin anlamı genişlemeye başladı.
Irlanda’da IRA, Filistin’in kurtuluşu için çalıştığını iddia eden Kara Eylül vs bir sürü örgüt, “terör”ün anlamını devlet tarafından yapılan bir şey olmaktan çıkarmaya, devlet dışı aktörler tarafından da uygulanan, toplumlara korku salan bir şey olarak görülmesini sağlamaya başladılar.
Türkiye 70’lerin başından beri bu çeşit devlet dışı grupların terör eylemlerinin yaşandığı bir ülke ama onlara “terörist” denmesi zaman aldı. Sanırım “terör” ve “terörist” kelimeleri 12 Eylül darbesiyle birlikte yaygınlık kazandı. Bu kelimeyi kullanmazdan önce “Anarşist” denirdi, “Anarşik hareketler”den söz edilirdi.
Bugün “terör” diye bir kavramdan söz ettiğimiz zaman aklımıza devlet tarafından yapılanı, vatandaşı korkuya salmak için uygulanan çok sert politikalar bütünü gelmiyor artık.
Gelmemesi de normal. Demokrasiler, halkın rızasına dayalı yönetimlerdir ve bu rıza da korkutarak değil sevdirerek oluşturulur.
Halkını korkutan, bu korkuya dayalı olarak sanki ülkede serbest seçim varmış gibi oy alan rejimlere demokrasi demiyoruz.
Mesela daha iki ay önce devrilen ve ülkesinden kaçmak zorunda kalan Beşar Esad böyle korkutarak yöneten bir isimdi, son seçimde yüzde 90 oy almıştı.
Korku yaratıp o korkuyla yönetmenin türlü çeşitli yöntemleri var. En çok kullanılanı bir dış tehdidi öne sürüp ülkeyi onunla korkutmak ve tek kurtuluşun kendisine rıza göstermek olduğunu söylemektir bu yöntemlerin.
Zaman zaman “iç tehdit” öne sürenler de olur; mesela Hitler Almanya’nın fakir ve zayıf olmasının sebebinin ülkede yaşayan Yahudiler olduğunu söylemişti; bu iç tehdit algısı yeterince yayılınca Nazi Partisi iktidara gelmesine yetecek kadar oy almış, bir daha da seçim falan yapmamıştı.
Ama bir de polisi, gizli polisi, yargıyı devreye alıp yaratılan korku iklimi ve o korkuya dayalı olarak üretilen rıza var.
Beşar Esad gizli polisi, polis devleti ve işkencehaneleriye korkutuyordu halkını. 2011’de halkı bu korkuya rağmen ayaklanana kadar önce babası sonra kendisi epey uzun süre yönettiler ülkeyi korku salarak.
İran’da Devrim Muhafızları ordusunu çekin aradan, bakalım halkın din adamlarının Velayeti Fakih kurumuna dini lider Ali Hameney’e rızası bugünkü gibi devam edecek mi?
Yazı bu kadar.