Berlinale günlüğü: Almanya’dan aile manzaraları, Romanya’dan vicdan azabı
21 Şubat 2025

Mel Gibson’un başrolde oynadığı 2000 yılı yapımı ‘Kadınlar Ne İster? / What Women Want?’ adlı bir film var. Bir adam aniden kadınların akıllarından neler geçtiğini duymaya başlar. Bir komedi filmi için iyi bir çıkış noktası.

Berlin’de Yarışma Bölümü’nde yer alan Frederic Hambalek’in yönettiği, Almanya yapımı ‘Marielle Neler Biliyor? / Was Marielle Weiss’ benzer bir düşünceden yola çıkıyor.

Ebeveynlerin aklından geçenleri okumak!

Filmin başında sınıf arkadaşına “orospu” diyen 12-13 yaşlarındaki Marielle okkalı bir tokat yiyor ve birden telepatik güçler kazanıyor. Artık aynı mekanda olmasalar da anne-babasının neler söylediklerini duyabiliyor. Aynı gün akşam yemeğinde annesine “Sen sigara içtin” diyor, babasının ofiste başından geçenleri çarpıtarak anlattığını söylüyor. Doğal olarak hem annesi, hem de babası söylediklerini reddediyorlar.

Ancak günler geçtikçe köşeye sıkışıyorlar. Gerçek hayatta genelde anne-babalar kızlarının telefonlarını kontrol edip, defterlerini karıştırarak bir şeyler öğrenmek isterken, burada tam tersi bir durum var. Bir doktor muayenesi de çaresizlik içindeki anne-babaya yardımcı olamıyor. Marielle’nin hiçbir sağlık sorunu yok. Anne baba bir ara kızları anlamasın diye evde Fransızca konuşmaya başlıyorlar. Film birçok komik sahne içermenin yanı sıra, aile huzurunun bozulduğu anları da içeriyor. Marielle annesinin babasını aldattığını biliyor ve annesini itirafa zorluyor. Diğer yandan o da yaşadıklarından çok rahatsız. Hatta bir sahnede “ Ben ölsem, siz de eskiden olduğu gibi ne isterseniz yapsanız” bile diyor.

‘Marielle Neler Biliyor?’ burjuva yaşamına ve aile kurumuna eleştiriler getiren, komedi ile dramı iyi harmanlayan ve rahat izlenen bir film. Ancak Yarışma Bölümü’nde değil, festivalin gençlik filmleri gösteren Generation Bölümü’nde gösterilmesi daha doğru olurdu.

Vicdan azabı, linç ve Romanya

Dört yıl önce Altın Ayı Ödülü’nü kazanan Romanyalı yönetmen Radu Jude ‘Kontinental 25’ adlı filmiyle bu yıl yine Berlin’de yarışıyor. Film ormanda ve parklarda dolaşan ve plastik şişe toplayan evsiz bir adamın dakikalar süren yürüyüşü ile açılıyor. Bu arada Romanya’nın Cluj kentinde bir parkta Melih Gökçek dinazorlarının olduğunu öğreniyoruz. Üstelik bu dinazorlar daha küçük boyutlarda olmalarına karşın kafalarını, kuyruklarını, kanatlarını oynatabiliyor ve korkutucu sesler çıkartabiliyor. (Bu önemli bilgiyi verdikten sonra filmimize dönelim.)

Evsiz adam bir evin kalorifer dairesini mesken tutmuş. Evin sahibi yurt dışında olduğundan bir süre kimse buna ses çıkartmamış. Ama şimdi o bölgedeki binaların yıkılıp yerlerine beş yıldızlı bir otel yapılması söz konusu. Modernleşen ve zenginleşen bir toplumda fakirlere yer yok. Bir icra memuru evsiz adamı yaşadığı izbe yerden çıkartmak için yanında jandarmalarla (polislerle değil, polislere kimse güvenmiyor) geliyor.

Daha önce de birkaç defa uyarı yapıldığı için bu kez karar kesin. Doğal olarak bir tartışma çıkıyor. Jandarmalardan biri olayı belgelemek amacıyla filme alıyor. Sonuçta adam toparlanmak için zaman istiyor, icra memuru 20 dakika sonra geleceklerini söylüyor. Ekip dışarı çıkıp bir kahve, sigara molası veriyor. Ve bu sırada hiçbir umudu kalmayan adam bulduğu bir teli boğazına doluyor ve kendini kalorifer peteğine asarak intihar ediyor.

Akıllı telefonla çekilen film

Buraya kadar film çok iyi gidiyor ve izleyici kendine “Şimdi ne olacak?” diye soruyor. Ne yazık ki fazla bir şey olmuyor. İcra memuru kadın ciddi bir depresyona giriyor ve vicdan azabı çekiyor. Devlet dairesinde olay hiç önemsenmiyor. Hatta kadına “Hukuki açıdan hiçbir sorumluluğun yok, herkese annelik yapamazsın” öğüdü veriliyor.

Adamın yıllar önce madalya kazanmış bir sporcu olması bazı tepkiler doğuruyor. Sosyal medyada icra memuru linç ediliyor. Kadının Macar kökenli olması da eleştirilerin artmasına neden oluyor.

Romanya’nın Transilvanya bölgesi yüzyıllar boyunca Macaristan ile Romanya arasında gidip gelen bir yer ve hala birçok Macar kökenli insan orada yaşıyor. Ancak bu tepkiler filmin içinde çok az bir yer tutuyor. Bundan sonra sabit kamera ile çekilmiş bol diyaloglu uzun planlar var. Kadının suçluluk duygusunun üzeri, Ukrayna ve Gazze’deki savaş, Romanya’nın komünist geçmişi ve kapitalizmin getirdiği sorunlarla ilgili konuşmalarla örtülüyor. Papaz ile yapılan uzun konuşma da pek faydalı olamıyor, çünkü intihar kiliseye göre bir günah.

Radu Jude filmi 10 günde, ışık kullanmadan, doğal mekanlarda akıllı telefonla çektiğini söylemiş. Şimdi bir ‘Drakula’ filminin yapım sonrası aşamasındaymış. Umarım o daha iyi bir film olur.

Festival çok para getiren bir iş

Berlin Film Festivali ile ilgili bazı sayılar açıklandı. Toplamda 1.000 gösterim yapılacak festivalin ilk yarısında 285 bin bilet satılmış, Film Pazarı’na 140 ülkeden 12 bin sinema profesyoneli katılmış. Berlin’e gelen her kişinin kente 1.000 – 1.500 Euro bıraktığı düşünülürse, festival organizasyonu çok para getiren bir iş.

Berlinale günlüğü: Bir yanda grev diğer yanda Çin'in gövde gösterisiBerlinale günlüğü: Bir yanda grev diğer yanda Çin’in gövde gösterisi

Berlinale günlüğü: Yaşlıların özgürlüğe kaçışı 'Mavi Yol'Berlinale günlüğü: Yaşlıların özgürlüğe kaçışı ‘Mavi Yol’

Berlinale günlüğü: Eskiden filmler daha mı güzeldi?Berlinale günlüğü: Eskiden filmler daha mı güzeldi?

Berlinale günlüğü: Festivalde gündem yapay zeka!Berlinale günlüğü: Festivalde gündem yapay zeka!

Berlinale günlüğü: Bir yanda terör saldırısı bir yanda festival!Berlinale günlüğü: Bir yanda terör saldırısı bir yanda festival!

Berlinale günlüğü: Politikanın gölgesi 75. yılını kutlayan festivalin  üzerine düşüyorBerlinale günlüğü: Politikanın gölgesi 75. yılını kutlayan festivalin  üzerine düşüyor

ÇOK OKUNANLAR