Amerikan Başkanı Donald Trump dünyada fırtınalar estiriyor. En şiddetli fırtına Avrupa kıtasında yaşanıyor.
Bakın dün Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Başkan Trump’ın konuğuydu ve Beyaz Saray’da ikili arasındaki anlaşmazlık gizlenemez durumdaydı.
Konu Ukrayna gibi duruyor ama değil. Konu, Amerika’nın jeo-stratejisini değiştirmesi ve Avrupa’ya dost değil rakip muamelesi yapmaya başlaması.
Esasen bu durum Avrupalılar için sürpriz falan değil. Amerika, 2008 yılında jo-stratejisini değiştirdiğini ilan etti zaten. Artık bu ülke için dünyanın merkezi Avrupa değil Güney Doğu Asya.
Avrupa 2008’den beri, 17 yıldır bir çeşit inkar içinde ve sürekli zaman kazanmaya oynuyor, karşısındaki apaçık gerçeği görmek istemiyor.
Amerika’nın askeri ağırlığını Avrupa’dan taşıyacak olması, Avrupa’yı kendi güvenliğini kendisi temin etmek zorunda bırakıyor. Geride kalan 17 yılda Avrupa bu konuda bir sürü şey konuştu ama hiçbir şey yapmadı.
Ama Trump gelip elinde baltayla bu jeo-stratejiyi uygulamaya başlayacağını söyleyip Rusya ile yakınlaşınca Avrupa panik halinde bir çıkış arıyor.
Meselenin iki yönü var Avrupa açısından: 1. Ekonomi; 2. Güvenlik.
Avrupa ekonomileri her ne kadar belirgin bir durgunluk içinde olsa da, bu ülkeler kuvvetli altyapıları ve yetişmiş insan güçleri sayesinde ekonomik büyümelerini yeniden başlatabilir, küresel sorumluluklarını arttırırken küresel ekonomideki paylarını da genişletebilirler.
Güvenlik ise daha zor bir konu. Çünkü Avrupa söz konusu olan güvenlik olduğunda temel ihtiyacının savunma olduğunu düşünüyor, oysa değil. Avrupa’nın temel ihtiyacı çok daha derin ve büyük: Avrupa’nın caydırıcılık üretebilmesi lazım. Kendi kıtasında barışı ve güvenliği caydırıcı olmadan gerçek manada sağlayamaz. Bunu için de kendisinden kol mesafesinde tuttuğu Türkiye ile Ukrayna’ya, kendisinden kopan İngiltere’ye ihtiyacı var.
Sevindirici durum şu: ABD’den gelen tehdidi ilk algılayan ülke İngiltere oldu ve hemen kendini Avrupa’nın yanına konumladı. En azından güvenlik alanında.
İkinci atılması gereken adımı da dün akşam Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olanca açıklığıyla söyledi, Avrupa’ya seslenip “Türkiye’ye ihtiyacınız var” dedi.
Üçüncü adımı herkes konuşuyor zaten: Avrupa’nın Ukrayna ordusuna da ihtiyacı var.
Avrupa dediğimizde 20 trilyon dolarlık bir ekonomiden söz ediyoruz. Buna Türkiye ve İngiltere’yi de eklediğinizde 23 trilyon doları aşıyor toplam büyüklük.
Amerika dediğiniz de zaten 29 trilyon dolar. Aradaki fark kapanmayacak bir fark değil; yeter ki Avrupa da kendini aynen Amerika’nın onlara yaptığı gibi ABD’ye rakip hissetmeye başlasın.
23 trilyon dolarlık bir ekonomi, rahatça dünya çapında caydırıcılık üreten bir orduya sahip olabilir. Bunun için gereken insan kaynağı Türkiye ve Ukrayna’da zaten mevcut; teknolojiyi ise hep birlikte geliştirmek, çok daha ileri götürmek mümkün. Avrupa bugüne kadar kritik teknolojileri Amerika’dan almakla yetindi; her Avrupa ülkesin Patriot hava savunma füzeleri var mesela ABD’den aldığı. Oysa İtalya-Fransa ortak yapımı hava savunma sisteminin performansı da hiç kötü değil. Keşke Avrupa bu sistemi Ukrayna’ya gönderse, savaş ortamında nasıl çalıştığını hep birlikte görsek.
Türkiye’de eminim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün akşamki Avrupa sözleriyle alan eden birileri çıkacak ama bence etmesinler. Bu cümleler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uzun zamandır Türk dış politikasıyla ilgili söylediği en önemli vizyonu oluşturuyor. Bu cümleleri öyle durduk yerde, sırf konjonktür buna uygun diye söylemedi Erdoğan, arkasında uzun yıllardır çalışılmış bir strateji var.
Bu sözler şimdilik Avrupa’dan duyulmuyor olabilir ama duyulacağı gün de gelecek, hem de o gün o kadar uzakta olmayabilir.
Türkiye yeni yeni oluşan dünya bölünmesinde ne tarafta olmak istediğini açıkça söylüyor. Ama bu Türkiye’nin seçeneksiz olduğu, başka dönecek hiöçbir yeri olmadığı anlamına gelmez.
Avrupa da bunu görecek ve anlayacak.