Türkiye’de unuttuğumuz şeylerin başında şaşırmak geliyor.
Duyduğumuz şeylere şaşırmıyoruz.
Dün sabah polis bir operasyon yaptı, savcılık emriyle 23 şirkete el kondu, onlarca insan gözaltına alındı.
Suçlama şu: yasadışı bahis oynatmak, bu faaliyetten elde edilen paraların aklanmasına yardımcı olmak.
El konulan şirketlerden üçü “ödeme şirketi.” Biri banka. Biri de bir medya kuruluşu.
Yasadışı bahis şebekeleri, savcılığın iddiasına inanacak olursak, en sonunda bir banka sahibi bile olmuşlardı.
Nerede? Cennet vatanımız Türkiye’de.
Buna şaşırmak hem de çok şaşırmak gerekir.
Bu iddianın ortaya atılması bile başlı başına hayret konusu olmalı.
Öyle ya, bankalar güven kurumlarıdır ve onlara olan güveninin yok yere aşındırılmasını ağır bir biçimde cezalandıran kanunlarımız var.
Ben burada “Mafyanın bankası” diye yazsam. hapislik suç işlemiş olurum. Ama baksanıza savcılık soruşturmasına, savcılık kendinden o kadar emin ki, mahkemeye bile gitmeden tedbiren bankaya da el koyuyor.
Çünkü gerçekten eğer savcılığın iddiaları doğruysa bu bankanın suç gelirleriyle satın alındığına hükmetmemiz gerekir.
Elbette masuniyet karinesi var, elbette savcılığın iddianamesini ve hatta yargılamanın sonunu beklemek gerekir.
Ama bilen biliyor, savcılığın iddialarında makinenin bütün dişlileri yerine oturmuş gibi duruyor.
Sadece bankası yok savcılığa göre bu suç örgütünün. Bir de medyası var.
Neden var?
Bir sebep şu: O medya kuruluşunu daha birkaç ay önce HalkTV’nin sahibi satın almak istedi ama bu satış “görülmeyen bir el” tarafından engellendi; ama satıcının da borçlarını kapatmak için satışı yapması gerekiyordu, hemen ortaya bir başka alıcı çıktı, bu kez o “görünmeyen el” engelleyici değil tam tersine teşvik ecici olarak devreye girdi.
Medyadan para kazanılmadığını ama medya sayesinde iktidara veya muhalefete erişim sağlandığını hepimiz biliyoruz.
Mafyanın o erişime neden ihtiyacı vardı dersiniz?