Eşim Aynur söylemişti bir gün, o an üzerinde fazla durmadım. Cümlenin anlamı, kafamın gerisinde bir yerlere park etti kendini: “Gezen aslan aç kalmaz.”
Bugün nedense tekrar aklıma düştü ve fark ettim ki aslında bu benim hayatımın şifresi…
Yıllardır hep yollardayım ve hiç aç kalmadım!
“Aslanım Mehmet” diye boşuna demiyorlar demek ki!
Bir aslanı düşünün. Aç kalmamak için her gün hareket etmek zorunda. Kendi alanında oturup beklese, av ayağına gelmez. Yola düşmeli, kokunun peşine gitmeli, rüzgârı dinlemeli, iz sürmeli. Hareketsiz kalan, avlanamaz, hayatta kalamaz.
Hayat da bundan farklı mı?
Benim de yolculuğum böyle başladı. Önce merakla, sonra alışkanlıkla… Küçükken büyüklerimiz hep derdi: “Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?” Üzerine yüzbinlerce kompozisyon ödevi yazılmıştır.
Cevabı yıllar içinde buldum: En çok bilen, hem okuyan hem de gezen! Kitaplar sana dünyanın kapılarını açar ama o kapıdan geçmezsen, hiçbir şeyi gerçekten bilemezsin.
Machu Picchu’yu belgesellerden izleyebilirsin ama orada, dağların arasında sislerin arasından bir anda beliren antik şehri gördüğünde, zamanın içinde kaybolduğunu hissedersin.
Venedik üzerine yüzlerce kitap okuyabilirsin ama şehri gerçekten anlaman için o daracık sokaklarında kaybolman, bir köprüden geçerken altından süzülen gondolların sulara yansımasını izlemen gerekir.
Sahara Çölü’nün ne kadar büyük olduğunu haritalardan görebilirsin ama kızgın kumlara çıplak ayak bastığında, gökyüzündeki yıldızların sayamayacağın kadar çok olduğunu fark ettiğinde, gerçekten “anlamaya” başlarsın.
Son kitaplarından birisinin başlığı “Yaşam bir seyahattir,” ama bu seyahati sadece başkalarının yazdığı kitaplardan okursan, hep eksik kalırsın. Kendi hikâyeni yazman gerekir. Bunun için de hareket etmelisin. Çünkü hareket bereket getirir.
Gezen insan değişime uyum sağlar. Duranlar, zamanın gerisinde kalır. Bugün iş dünyasında, diplomaside, sanatta, hatta sporda başarılı olan insanlara bakın; hepsi sınırlarını aşmış, dünyayı görmüş, farklı kültürleri tanımış, yeni fikirler peşinde koşmuş insanlardır.
Kapalı bir odada oturup büyük düşünen kimse var mı?
Tarihe bakın. Büyük kaşifler, tüccarlar, liderler hep hareket hâlindeydi. İpek Yolu’nu düşünün; Çin’den Avrupa’ya kadar uzanan bu ticaret ağı, dünyayı değiştirdi çünkü insanlar yerinde durmadı. Marco Polo, “Ben bu kadar yeterince gördüm,” deyip Venedik’te kalsaydı, Doğu’nun zenginlikleri Batı’ya bu kadar hızlı ulaşır mıydı? Evliya Çelebi, “Seyahatname’yi yazmak için bir iki şehir görmem yeter,” deseydi, Osmanlı’nın dört bir yanını kaydeder miydi?
Duran su, zamanla kirlenir. Akan su ise hep temiz kalır. İnsan da böyledir. Hareket eden, öğrenmeye açık olan, yeni deneyimlere atılan insanlar zihinsel olarak genç kalır, enerjisini kaybetmez, hayata tutunur. Ne kadar çok yer görürsen, o kadar çok hayata dokunursun.
Biliyorum ki beni merak ediyorsunuz, soruyorsunuz karşılaştığımızda: “Neden hep yoldasın? Bu kadar gezmek sana ne kazandırıyor?”
Cevabı çok basit: Hayat, yolda olanları ödüllendirir. Yeni yollar, yeni insanlarla tanışmayı sağlar. Yeni insanlar, yeni fikirler getirir. Yeni fikirler, yeni kapılar açar. Yeni kapılar, seni bambaşka yerlere taşır.
Ve en sonunda, fark edersin ki sen artık eski sen değilsin.
Hayatını bir kafeste, dört duvar arasında geçirmek de bir seçimdir. Ama ben aslanım, kafeste değil, ormanda yaşarım. Yol nereye götürüyorsa oraya giderim. Yeni yerler, yeni insanlar, yeni hikâyeler keşfetmek için hareket ederim.
Ve şimdi daha iyi anlıyorum ki, gezen aslan gerçekten hiç aç kalmaz. Kendisi kalmaz çevresindekileri de aç bırakmaz.
Siz de hareket etmeye, yola çıkmaya var mısınız?