Salı akşamı, çoğunluğu gazeteci olan bir grup, tanınmış bir iş insanının evinde iftar davetindeydik. Davet haftalar öncesinden kararlaştırılmıştı ama iftardan hemen önce gelen bir haber, davetin gündemini de belirledi. Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diploması iptal edilmişti.
Ev sahibimiz bir süre sonra şöyle bir öneride bulundu: Acaba masada oturan herkes sırayla bu diploma iptali olayının nereye varacağına ilişkin görüş ve öngörülerini paylaşabilir miydi?
Masada kimin ne dediğini anlatmayacağım ama genel izlenimlerimi söyleyeyim:
1. Diploma iptalinin arkasında Tayyip Erdoğan’ın bulunduğu herkes için neredeyse somut bilgi gibiydi; bundan şüphe belirten sadece tek kişi vardı aramızda, ona göre bu Erdoğan’a rağmen ve PKK’nın silah bırakmasını engellemek için yapılan bir hareket olabilirdi.
2. Bu hareketin Erdoğan’a kaybettireceği, İmamoğlu’na kazandıracağı da herkesin ortak, sorgusuz sualsiz kanaatiydi.
3. Masada oturanların görüşlerinin ayrıldığı temel nokta, Tayyip Erdoğan’ın zararlı çıkacağı herkes tarafından görülebilen bu hareketi, hukuku ve siyaseti sonuna kadar zorlamak pahasına neden yaptığıydı.
4. Bazılarımız, Erdoğan’ın İmamoğlu’nu bertaraf ettikten sonra bunu seçmenine anlatabileceğinden emin olduğu, yani kayıplı çıkacağının garanti olmadığı kanısındaydı. En azından Erdoğan böyle inanıyor, diyorlardı.
5. Bazılarımız ise Erdoğan’ın bu seviyede bir haksızlık yaptıktan sonra bunu halka anlatamayacağı, ağzıyla kuş tutsa yeniden seçim kazanamayacağı iddiasındaydı.
Biz masada bunları konuşurken İstanbul Valiliğinde ve Emniyet Müdürlüğünde ertesi sabah için yapılan planlardan habersizdik. Poliste izinler iptal edilmiş, artık her nerede depoda bekletiliyorsa demir bariyerler kamyonlara bindirilmiş, çeşitli meydan ve yolları kapatmak üzere yola çıkarılmıştı bile.
Ben sabahları çok erken kalkıp çalışmaya başlıyorum; sabah 06.00 civarında Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmakta olduğuna dair ilk bilgiler gelmeye başladı. Bir gece önce masada, “18 Mart tarihi bir gün, bunu unutmayın” demiştim, 19 Mart daha büyük bir tarihi gün oldu.
Dün akşam Tayyip Erdoğan, partisinin eski milletvekilleriyle bir iftarda buluştu, burada yaptığı konuşmada iki kısa paragrafla Ekrem İmamoğlu soruşturmasına da değindi. İmamoğlu’na yapılan gözaltı operasyonunun Erdoğan’ın önceden bilgisi olmadan yapıldığına inanıyorsanız, o konuşmadaki sözlerini okuyun, göreceksiniz ki Cumhurbaşkanı bu soruşturma dosyalarının her satırına hakim, hem de uzun zamandan beri dosyanın içeriğini biliyor. Zamanlaması da öyle tesadüf değil, CHP’nin ön seçimi 23 Martta olmasaydı, bu dosya da savcılıkta durmaya devam eder, gününü beklerdi.
Haftalar önce şans eseri karşılaşıp sohbet ettiğim bir iş insanından kaba hatlarını dinledim ben bu dosyanın. Savcılıkta dosyanın kod adı “Murat Ongun Dosyası”ydı. Murat Ongun, Ekrem İmamoğlu’nun yakın basın danışmanı. Uzun zamandır çalışılıyordu bu dosyaya, bu amaçla MASAK’a rapor bile hazırlattırılmıştı.
Dünden beri bu dosyanın içeriği Sabah ve Hürriyet gazetelerine sızdırılıyor; Murat Ongun ve bir başka gözaltına alınan kişinin evinden çıkan nakit paralar da, aynen 17-25 Aralıkta Halkbank Genel Müdürünün evinde ayakkabı kutusunda bulunan paralar gibi medyaya servis ediliyor.
Bunu neden yapıyor polis ve savcılık? Basit bir sebeple: Operasyonun siyasi olmadığına vatandaşı ikna için. Anladığım kadarıyla bu ikna işinde TRT, aHaber, CNN Türk, HaberTürk gibi kanallar da kendilerince roller üstlenmiş durumda.
Dün burada bu ‘hakikat yaratma’ çabasından söz ettim, kendimi tekrar etmeyeceğim. Ama şunu söyleyebilirim: Tayyip Erdoğan iktidarının bizi ikna etmeye çalışacağı yegane hakikat bu olmayacak.
Farkında mısınız bilmiyorum, gerek İstanbul’da ve gerekse başka şehirlerde polis iki gündür kendi fıtratının tersine son derece yumuşak hareket ediyor. Evet, biber gazı kullanıldığına tanık olduk tek tük ama bunlar son derece sınırlı kullanımlar.
İstanbul’da polis, 4 günlük gösteri yasağına rağmen bırakın meydan mitinglerini ana caddelerde yürüyüşe bile izin veriyor, hatta çarşamba günü İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün kapısının önünde oturma eylemi yapıldı, ona bile göz yumdular.
Kafası böyle işlerde sadece komplo teorisine çalışan bir arkadaşım sabah sabah arayıp “Hükümet olta atıyor” dedi. Ona göre polisin bu yumuşak tutumunun sebebi kitlelerin öfkesini dindirmek değil, tam tersine bu öfkeli eylemlere daha fazla katılım olmasını sağlamak, hatta marjinal sol grupların da bu kitlelerin içine girmesini temin etmek.
“Bak görürsün” dedi, “Bugünden itibaren polis sertleşecek ama kontrollu bir sertlik olacak ama en sonunda bu iş yeniden Gezi olayları büyüklüğüne getirilecek ve CHP kriminalize edilecek.”
Elbette bu cümleleri izleyen siyasi teorisi de vardı arkadaşımın, siz de kolayca tahmin ettiniz: Tayyip Erdoğan da bu olayları kullanacak ve bu yılın sonu veya önümüzdeki yılın başında ilan edeceği seçimde şansını arttırmak isteyecekti. Bu arada İmamoğlu hapiste olacak, CHP onun yerine başkasını aday göstermekle onu cezaevinden aday yapmak arasında sıkıştırılacak, iç tartışmaların yeniden başlaması sağlanacaktı.
“Güzel senaryo” dedim arkadaşıma ve itirazlarımı sıraladım.
Gezi olayları, biliyorum pek çok kişinin gözünde romantik bir eylem dönemi olarak çok kıymetli ama siyasi gerçek, bu olayların Tayyip Erdoğan’ın güçlenmesine, hatta bugünkü Tayyip Erdoğan’a evrilmesine neden olduğu maalesef.
Bugün pek çok kişi, Gezi olaylarının bir, bilemediniz iki günde bitmesi sağlanabilecekken bile isteye köpürtüldüğünü, bunu yapanın da sadece FETÖ’cü polisler değil daha ilk günden burada bir imkan gören Tayyip Erdoğan olduğunu düşünüyor. İstanbul Valisi ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül polisin frene basmasını tavsiye ederken Tayyip Erdoğan onlara tek başına direndi, polis şiddetinin daha da artmasını istedi. Bülent Arınç az kalsın bu sebeple hükümetten istifa ediyordu.
Şimdi yeniden aynı suda yıkanmak, yeniden sokak olaylarıyla seçmeni tedirgin edip kendi istikrar getirici gücüyle ümit olabilmek istiyor Erdoğan arkadaşıma göre. Buraya kadar ona katılıyorum, evet arka planda böyle bir projesi olabilir iktidarın.
Ancak, bundan binlerce yıl önce “Aynı suda iki kez yıkanılmaz” diye bir söz söylenmiş olmasının da bir nedeni var: Çok şey değişti aradan geçen zamanda. Her şeyden önce, Tayyip Erdoğan’ın bu olası taktiği herkes tarafından biliniyor artık.
Her ne kadar CHP’li milletvekilleri hala sekter solcular gibi “Faşizme karşı omuz omuza”dan başka bir slogan bilmiyorsa ve kendilerini 50 yıl önceye ışınlıyorsa da, bugün yaşananların Türk milletinin vicdanındaki yeriyle Gezi olaylarının yeri aynı değil.
Gezi’de vicdanlar en fazla polisin aşırı şiddeti yüzünden sızlıyordu; bugün ortada apaçık bir siyasi takoz koyma hadisesi var, ikisi birbirinden çok farklı şeyler.
Ama bu farkın olması, Tayyip Erdoğan’ın bu yolu denemek istemesine engel değil. Onun işaretini de dün akşam verdi zaten.