Ömer Vargı’nın Bu Filmde Ben de Vardım çalışması
08 Nisan 2025

Ömer Vargı’nın bence son derece çarpıcı bir  adı olan, hayatından önemli kesitleri anlattığı ‘Bu Filmde Ben de Vardım’ çalışmasını okurken son derece duygulandım.

ondan bazı görseller istemek için mesaj attığımda bu duygumu da ilettim. kitabın önemli bölümü hepimizin film, reklam dünyasından tanıdığımız ünlü isimlerle yaşadıklarını anlattığından neden duygulanmış olduğumu belki anlamamış olabilir.

***

Ömer, abisi Murat ve ben aynı okulda okumuş Ankaralıyız.

Ömer’in anlattıklarından anladığım kadarıyla hepimiz zengin olmayan ama fakir de olmayan, elindeki kısıtlı imkanlarla hayatı yapabildiği kadarıyla güzelleştirmeye çalışan ailelerde doğup büyüdük. hayatlarımızın o dönemi nedeniyle şanslı olduğumuz bile söylenebilir. Ömer ve Murat’ın hayatlarının o dönemi babalarının çok erken ölümü kesilmiş ve Ömer babayı kaybettiği o gün yaşadıklarını bir film sahnesi gibi çarpıcı anlatıyor. Zaten kitabın tümü film yapılmaya hazır bir senaryo gibiydi. bunu kabul edeceğini ne yazık ki  sanmasam da eğer bir gün bu senaryonun filmi çekilse yönetmeni inşallah Ömer Vargı olur.

***

kitabın Ankara ile ilgili, yani çocukluk günlerini okurken Marcel Proust nasıl çaya batırılmış bir adet bisküviyi ısırınca geçmişte yaşadıklarını hatırlayıp ‘Kayıp Zamanın Peşinde’yi yazmaya başladıysa ben de Ömer’in abisiyle okulumuz Ankara kolejinin orta bölümü bahçesindeki banklara oturup etrafı seyrettiklerini anlattığı zaman Proust’un  yaşadıklarına benzer duyguları yaşadım. Ama  o an ona geçmişi hatırlattmıştı bana ise o günlerden sonraki geleceği  düşündürdü. İkisini de görme sohbet etme şansına hala daha sahip olduğumdan bizleri o günlerdeki eğitimizin ve ortamımızın oluşturduğunu görüyorum. TED Ankara koleji bizlere düzgün insan olabilmeyi, bunun için ne yapmamız gerektiğini, ve belki de en önemlisi kadınlarla nasıl aynı hayatta bir arada olabiliriz ve onlara nasıl davranmamız gerektiğini öğretti. hayat hepimizi farklı yönlere savurmuş olsa da hepimizde o nüvenin o ruhun hala daha olduğunu görüyorum ve bu yüzden iki kardeşi çok seviyorum.

***

o banklarda ben de oturdum.

ve o günleri şimdi düşündükçe Sartre’ın ‘hayatın temeldeki korkunçluğundan’ bahsetmesinin ne kadar da isabetli olduğunu şimdi düşünüyorum.

7 veya 8 yaşında o bankta otururken büyümenin ne kadar da zor olacağını ve bahçedeli kızlara bakarken özellikle dehşet içinde büyürken onlarla nasıl konuşulması gerekeceğini düşündüğümü hatırlıyorum.

***

Ömer de abisi de çok şanslıymış, birbirlerine sahiptiler ve bu güzellik bugünlerde de sürüyor birbirlerinin ellerini hala daha tutuyorlar.

ben ise Sartre’ın bahsettiği hayatın temeldeki korkunçluğu ile, bunu kimseyle paylaşmadan  tek başıma baş etmek zorundayım.

70 yaşıma geldim. benden bir kaç yaş büyük bir ablamın olmasını çok isterdim halbuki.

Ömer benden iki yaş büyük. orta sınıf bölümünde veya lisenin  bahçesinde koşarken birbirimize çarpmış olma ihtimalimiz  de var.

***

ben dostluk ilişkimiz oluşmadan çok önce Ömer’i mutlaka tanımam ve onunla konuşmam gerektiğini düşünmüştüm.

yönettiği önemli filmlerin yanısıra onun Türkiye’nin en fazla reklam filmi yapan yönetmen olduğunu bilirseniz o reklam filmlerinden bir tanesini mutlaka seyredip etkilenmiş olmalısınız. Mutlaka diyorum çünkü ben öyle bir çarpıcı deneyim yaşadım. reklam ne hakkındaydı konu neydi, sahne hangisiydi onu şimdi tam anlatamayacağım ama gördüğüm sahnedeki çekim ve yönetmenin gözü bana öyle çarpıcı ve sarsıcı gelmişti ki bunu yapanla mutlaka tanışmam gerekiyor diye de düşünmüştüm.

***

ben bazen böyle tek bir noktaya takıp öğrenme dipsomanisi yaşarım, o an merak ettiğimin dibine kadar gidip onu kafamda her yönüyle görmeye uğraşırım

beynimin nasıl çalıştığını göstermek için, Monet’nin tek resminin fotoğrafını görünce yaratıcı düşünce ve modern sanat üzerine iki kitap yazdım. şimdi ise Renoir’in porselenin üzerine çizmiş olduğu tek bir resimi gördüğümden onu hayatını inceliyorum ve bunu da  yazacağım inşallah.

Ömer’in sadece tek bir reklam sahnesi de beni aynen böyle tetiklemişti.

***

ben hayatlarımıza Gestalt psikolojisi yöntemiyle bakılması yanındayım.

Ömer kitabında hayatından kesitleri güzel anlatıyor. ama hiç birimiz hayatımızdaki bu kesitlerin, parçaların toplamının oluşturduğu insanlar değiliz.

hayatın, kesitlerimizin parçalarımızın oluşturduğu bir bütün oluşturduğu düşünülebilinir ama hayır oluşturmuyorlar çünkü sonunda ortaya çıkan o bütünün kendi başına bağımsız  bir oluşum süreci var ve bütün .parçalarından  bağımsız o. O bütünü de aslında bizler parçalara müdahalelerimizle oluşturuyoruz.

hayatımızdaki o kesitleri parçaları yaşarken karşı karşıya kaldığımız olaylara insanlara tepkilerimizi verirken aslında parçalardan  bağımsız bir varlığı olan hayatı da oluşturuyoruz. yani aslında bizlerden bağımsız bir gerçeklik yok 

bizler o süreçlerdeki o kesitlerde yaşadıklarımızın hayatın kendisi olduğunu sanırken bir yaşa geldiğimizde bir bakmışız ki aslında bizler varoluşçu müdahalelerimizle kendimize bambaşka hayatlar kurmuşuz. 

***

Ömer çok önemli filmler yaptı, bence bazıları sanat eseri gibi olan reklam filmleri de çekti ama onlar aslında onu tam tanımlayan bütünü oluşturmuyor. o bütün o süreçlerdeki deneyleri dostlukları darbeleri zaferleri biriktirdi ve onlara müdahaleleriyle kendisine hepimiz gibi, farklı bir bütünlük,  bir gerçeklik  tanımlamıştı. belki de teorik fizik eğitimi olduğundan dolayı hepimizden fazla felsefi düşünebildiğinden onu hayatı tanımlama biçimleri hepimizden farklı kalitede olabilir. Kitabını okumak bunu anlamak  şansına ulaşmak isteyenlere yardımcı olabilir. 

çocukken paylaşmış olduğumuz dünyalar  ile ilgili bölümden sonraki film ve reklam dünyası ile ilgili bölümler benim için çok öğretici ve keyif vericiydi.

ama ben Ömer’in kendisine tanımladığı  hayatın bütünlüğünün anlamına varmak için o filmlerin yetmeyeceğini düşünüyorum. dediğim gibi onlar harika filmler  olsalar da sadece bir kesitlerdiler.

***

şimdi bence Ömer’in gerçekler bütünlüğünü anlayabilmemin  onun bürosuna daha sık giderek ortama bakmamla mümkün olacağını düşünüyorum.

dünyanın her tarafında, filmlerindeki sahnelerden çektiği fotoğraflara bakarken onun yıllar önce izlediğim reklamında John Berger’in dediği gibi sadece bakmayı değil görmeyi de bilen gözünü yine görüyorum. Yıllar  içinde kullandığı kamera ve fotoğraf makinalarına bakarken yine Proustvari geçmiş özlemiyle, anılarla doluyorum.

benim de çalışma odamda yıllardır kitaplardan alıntılarla doldurduğum, eski defterlerim duruyor. beni asıl oluşturan o defterlerdi işte, hayatımın özeti onlardı, Ömer de o makinelerin tarihinde oluştu. ikimiz de oluşmakta olan son ürünün halini  görebilecek miyiz bilemiyorum ,görürsek  tatmin olacak mıyız onu da bilmiyorum ama kitabının sonunda Ömer’in dediği gibi ‘önemli olan çekip gitmek değil sonuna kadar yürümek’. 

Bunu biz üç kolejli elimizden geldikçe kaliteli yapmayı sürdüreceğiz çünkü bize çocukken verilen terbiye böyle ve bu süreçte inşallah dostluklarımız da bizlere güç verecek.

ÇOK OKUNANLAR