Mantarlar evrenine girip kaybolmaya hazır mısınız?
13 Nisan 2025

Neden filminin veya dizisinin hala yapılmadığını merak ettiğim çizgi roman serilerinin başında, her satırını defalarca okuduğum, Türkiye’de Atlantis adıyla yayınlanan Martin Mystere serisi geliyor.

Bu çizgi romanın dönüp dönüp hatırlattığı izleklerden biri, “rüyalar alemi.” Yazar Alfredo Castelli ve çizer Giancarlo Alessandrini tarafından yaratılan seride bizden şöyle bir fanteziye inanmamız istenir: Rüyalar alemi, kendi başına bir evrendir ve aslında bütün insanlar rüyalar yoluyla birbirimize bağlıyız, bazı rüyalarımız ortak, rüyalar aleminde birbirimizle karşılaşabilir, sohbet bile edebiliriz.

Bu fantezinin yeniden aklıma gelmesinin sebebi, bugün HBO Max’ta (Türkiye’de eski BluTV) başlayacak olan bir televizyon dizisi, Last of Us.

Last of Us meraklıları, hazır mısınız?

Last of Us, aslında 2013 yılında bir bilgisayar oyunu olarak piyasaya çıktı. Bu oyunları oynama becerisi pek olmayan benim için bile hayranlık verici bir oyundu.

Yıllar sonra karşıma bir TV dizisi olarak çıktı. 9 bölümlük ilk sezonu, sahiden tadına doyulmaz güzellikteydi; hem estetik olarak hem hikaye anlatma tekniği olarak hem de karşımıza koyduğu kaçınılmaz ahlaki seçimlerle oyunun çok ötesindeydi.

Ama maalesef araya iki koca yıl girdi dizinin ikinci sezonu için. İşte dünyanın dört bir yanında benim gibi hayranlarının dört gözle beklediği dizi bugün itibarıyla yeniden başlıyor.

Ya mantarlar insanları ele geçirirse?

Diziyi seyredenler biliyor, bilmeyenler için de aslında söylememde bir sakınca yok: Last of Us, sözde 1968 yılında yapılmış bir TV programıyla başlıyor. Programda iki bilim insanıyla sunucu pandemi ve insanlığın karşı karşıya olduğu tehdidi konuşuyor. Bilim insanlarından biri, virüs tehlikesini insanlık açısından hayati bulmuyor, “Evet” diyor, “Virüsler, pandemiler çok can aldı ama unutmayın her seferinde insanlık galip çıktı, virüsü yendi.”

Peki Dr. Neuman adlı bu bilim insanı neyden korkuyor? “Mantarlar” diyor, “Beni mantarların evrimleşmesi ve insanı ele geçirmesi ihtimali korkutuyor.”

Dizi de tam bu korkunun gerçek olması hakkında. Mantarlar evrimleşmiş ve çok sayıda insanı ele geçirip onları zombileştirmiş durumda, henüz enfekte olmamış bir grup insan da kendini bu zombilerden korumaya çalışıyor.

Tipik bir distopya diye düşünebilirsiniz benim kötü anlatımımdan hareketle ama inanın bana değil, dizi çok daha derin, insanlık halleri ve insanın ne olduğu hakkında. İzlemediyseniz izleyin, tavsiye ederim.

İşin ilginci, dizide anlatılan distopyanın özü, yani mantarların evrimleşme olasılığı öyle tamamen hayali bir olasılık değil. Evet, bilime göre çok ama çok uzak bir olasılık ama sıfır da değil.

Üç yaşam formu ve henüz tanımadığımız mantarlar

Ortaokulda öğretiliyor, dünya üzerinde üç tür yaşam formu var: 1. Arkea; 2. Bakteriler; 3. Ökaryot.

Arkea, tek hücreli ama DNA’sı ve hücre duvarı olan canlılar. Bakterilerin hücre duvarı ve DNA’sı yok, sadece RNA’sı var. Ökaryot ise bütün çok hücreli canlılar.

Ökaryotları da üç kategoriye bölmek belki mümkün: 1. Bitkiler; 2. İnsan dahil bütün hayvanlar ve 3. Mantarlar.

Bilim, dünya üzerinde 5,1 milyon kadar farklı mantar çeşidi olduğunu tahmin ediyor. Bunlardan 148 bin kadarını tanımlamayı henüz başarmış durumdayız ve tanımladıklarımızdan birkaç yüz tanesi insanlarda hastalıklara neden oluyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre her yıl 1,6 milyon insan mantar kaynaklı patojenler nedeniyle hayatını kaybediyor. (Meraklısına, ‘The Last of Us and the Question of a Fungal Pandemic in Real Life’ başlıklı çok güzel yazılmış şu makaleyi tavsiye ederim.)

Mantarsız bir insan uygarlığı düşünülemez

Modern insanı diğer bütün canlılardan ayıran en temel iki evrimleşmeden söz etmemiz gerek. Bunlar, insanın alet kullanma becerisi ve ateşe hakim olma becerisi.

Ateşe hakim olmanın insana sağladığı bir sürü şey var ama bir tanesini artık düşünmüyoruz bile: Yemeklerimizi pişirerek yiyoruz biz.

Yemeği pişirmek, yemeğin sindirim süresini çok kısaltıyor. Örneğin inekler otladıktan sonra saatlerce o otları sindirmek için geviş getiriyor. Bir aslan avını yakalayıp yedikten sonra günün önemli bölümünü o yediğini sindirebilmek için yatarak geçiriyor.

Ama insan öyle değil. Yemeğini yiyor, yatmasına bile gerek kalmadan onu sindirip hemen enerjiye çeviriyor.

Yemek en başta gelen örnek, mantarlar bizim diyetimizin önemli bir parçası. Mantar olmasa ekmeğimiz olmazdı. Bira, şarap, boza gibi içecekler, çikolatadan başlayarak peynire ve yoğurda dek pek çok yiyecek mantarlar sayesinde elde ediliyor.

Ayrıca vücudumuzun üzerinde milyarlarca mantar yaşıyor. Ölü derimizi temizlemekten bize diş çürüğü vermeye kadar pek çok faydalı ve zararlı fonksiyonu var bu mantarların.

Mantarlar bitki dünyasının hayat kaynağı

Mantarların esas hayranlık verici tarafı, toprağın altında kurdukları ve adına “Mycelium network” denen müthiş ağ.

Daha geçen ay The New York Times’da benim şapkamı kafamdan uçuran bir haber yayınlandı; bu yer altındaki “mantar ağı” hakkında. Bu ağ bilinmeyen bir şey değil, uzun yıllardır da araştırılıyor zaten ama gazetedeki haberde bu ağın nasıl geliştiğine dair laboratuvarda çekilmiş bazı videolar vardı, müthiş olan onlardı zaten.

Bu toprağın altındaki “mantar ağı” bitki kökleriyle toprak arasındaki iletişimi kuruyor. Bitkiden karbonu alıp besleniyor, bitkiye kendini besleyeceği diğer mineralleri vs iletiyor.

Ama aynı mantarlar bitkilerin en büyük düşmanı

Tabii sanmayın ki bütün mantarlar dost ve yardımcı. Aynen insanın durumunda olduğu gibi bitkiler aleminde de “iyi” mantarlar var, bir de ölümcül kötü mantarlar.

Burada yazmıştım, bugün bildiğimiz ve severek yediğimiz muzlar, aslında insanlığın ikinci tercihiydi. İlk tercihimiz tamamen başka bir muz türüydü ama o muzdan artık dünyada üretilemiyor; çünkü 1950’li yıllardan itibaren bu muz ağacının köküne musallat olan bir mantar türü o muzu ekilemez hale getirdi.

İşin fenası bugün yediğimiz muz da benzer bir mantar tehdidi altında, bilim bir çözüm bulamazsa dünya çapında muz ekonomisi çökebilir.

Daha birkaç yıl önce bir mantar Amerika’daki bir ceviz türünü tamamen yok etti. İspanya ve İtalya’da belirli tür zeytin ağaçlarına musallat olan bir mantar var ve zeytin üzerinde çok büyük bir tehdit oluşturuyor. Güney İtalya’da yüzlerce yıllık zeytin ağaçları kökünden sökülüp atılmak zorunda kaldı, büyük bir trajedi yaşanıyor.

İstanbul’da Beşiktaş ile Dolmabahçe arasında dizili çınar ağaçlarının çoğunu bir mantara kurban verdik. Maçka’da yüzlerce çınar ağacı kesildi, ressam Komet bu kesilen ağaçları protesto için eserler yarattı ama belediye onları mantar yüzünden kesmek zorunda kaldı.

Mantar acaba akıllı bir canlı mı?

Az önce linkini verdiğim The N ew York Times haberinde de söz ediliyor, toprağın altındaki “mantar ağı” sanki akıllıymış gibi davranıyor. Bunun sebebi, ağın fraktal geometri kullanması.

Bir gövde, gövdeden iki dal ayrılıyor, her bir dal ikiye ayrılıyor, o dallar da ikiye ayrılıyor. Böylece büyük bir hızla müthiş bir “ağ” (network) ortaya çıkıyor. (Herhangi bir ağaca veya evinizdeki bitkiye bakın aynı fraktal geometriyi göreceksiniz. Serdar Turgut bu yazıyı burasına kadar okuduysa ona da bir notum var: Amerikalı ressam Jackson Pollock’un normalde hiçbir anlam ifade etmeyen resimlerine bakıp onların içinde kendi hayal dünyamızda kaybolmamızın ve büyük anlamlar çıkarıp onlara hayran kalmamızın en önemli sebebi bu resimlerde fraktal geometri kullanılması. Fraktal geometri doğanın ortaya çıkardığı çok çarpıcı bir geometri.)

Bu “mantar ağı”nın ortaya çıkması ve fonksiyon görme biçimi ister istemez insanlara “Yoksa mantar ağlarında bir kollektif akıl mı var” sorusunu sorduruyor.

(Burada bir parantez daha açayım: Beynimizdeki nöronlar da birbirleriyle böyle ağlar oluşturuyorlar ve bu ağlar sayesinde bizim bir aklımız var. Nöronların oluşturduğu ağlar da fraktal. Bu nöronları taklit eden ve yapay zekaya da imkan yaratan bir bilgisayar ağ yöntemi var, nöral ağlar, onlar da fraktal.)

Gaia teorisinden ‘Mycelium Network’ teorisine

İşte tam burada yazının başına döneyim. Martin Mystere çizgi romanlarında durup durup karşımıza çıkan, bütün insanları birbirine bağladığı söylenen “rüyalar alemi” elbette bir fantezi.

Ama bu “mantar ağı” hiç de fantezi değil; toprağın altında var ve yaşıyor.

Üç yıl önce, 103 yaşında kaybettiğimiz İngiliz bilim insanı, kimyacı James Lovelock ve mikrobiyolog Lynn Margulis tarafından 1970’li yıllarda ortaya atılan bir teori var, adı ‘Gaia Teorisi.’

Gaia, mitolojide bütün Yunan tanrılarının annesi, yeryüzünü var eden tanrıçanın adı. Teoriye onun adının verilmesi çok uygun çünkü, teori gezegenimizin üzerinde yaşayan bütün canlıları ve bizim yaşamadığını düşündüğümüz taşları, kayaları, suları vs her şeyiyle aslında dev bir süperorganizma olduğunu söylüyor. Yani hepimizin yaşayan bu gezegenin parçası olduğumuzu.

Gaia teorisi bir dönem ‘New Age’ adı verilen ve bence dini inanca dönüşen akımın önemli parçalarından biriydi, şimdilerde bir ölçüde sönmüş durumda bu teori. Aslında çevreciler için vs oldukça çekici bir teori.

Her neyse, Gaia belki söndü ama onun yerine Paul Stamets isimli bir meraklının oluşturduğu “mantar ağı” teorisi var. Onun yaptığı “Fantastic Fungi” adlı belgesel film gösterime girdiği 2019 yılından beri kendi başına bir alt kültür yaratmış durumda.

Bu Paul Stamets ismi neden yabancı gelmiyor?

Aslında benim gibi bilim kurgu ve özellikle de Star Trek (Uzay Yolu) hayranıysanız, belki de bu “mantar ağı” fikrini bir üst seviyeye çıkarıp dünya çapında bir “mantar aklı”ndan söz eden Paul Stamets’in adı size hiç yabancı gelmemiştir.

Çünkü Star Trek serisinin son “spin off”u olan “Star Trek Discovery”de tam da bu isimde bir karakter var, Discovery’nin bilim subayı Paul Stamets. Ve o Stamets, evrendeki bir “mantar ağı”nı keşfedip o ağın içinde yolculuk yapmayı başarıyor.

Hemen anladınız, dizide Stamets’in adı da, dizideki “mantar ağı” da gerçek hayattaki Paul Stamets’den geliyor.

Eğer bütün dünya birbirine bağlıysa…

Buraya fragmanını koyuyorum, bir fırsatını bulursanız bence Paul Stamets’in “Fantastic Fungi” belgeselini mutlaka izleyin. Söylediği her şeye inanmanız gerekmiyor, izlediğiniz belgeselde inanılması zor bilimsel gerçeklerle de karşılaşacaksınız.

Bu yeraltındaki “mantar ağı” sahiden bir ortak akıl mıdır, ortak vicdan mıdır bilemeyeceğim ama şunu söyleyeyim: Böyle bir ortak akla dair bir bilimsel kanıtımız yok. Ancak bu kanıtı arayan ciddi sayda insan var.

Eğer gerçekten bütün gezegenimiz bir “mantar ağı” ile birbirine bağlıysa, belki de gezegenimize de başka türlü yaklaşmalıyız.

Ya Last of Us’ın söylediği gerçek mi?

Ama diyorum ya, mantarlar her zaman “iyi” değiller, içlerinde bazıları hatta bir hayli “kötü.”

Örneğin, bu 70’li yıllardan beri biliniyor, bir mantar türü evrimleşip bazı karıncaları ele geçirmiş durumda. Evet, aynen Last of Us dizisindeki gibi karıncaların. beynine kadar gidip yerleşen, onları kendi zombi kölelerine çeviren mantarlar var. 

Last of Us çok meşhur olunca pek çok kişi dizide söz edilen mantar tehdidinin gerçek olup olmadığını merak etti. Mantarlar karıncaları ele geçirdiği gibi insanları da ele geçirip zombi köleleri haline getirebilir miydi?

Bu sorunun şu anda cevabı hayır. Çünkü mantarlar vücut ısısı 34,4 derece celciusun üzerinde olan canlıların içinde yaşayamıyor. Malum bizim vücut ısımız da 36,6 derece. (Bu konuda Yale Üniversitesi tıp fakültesinden bir bilim insanı tarafından yazılmış bir başka makale de burada, meraklısına tavsiye ederim.)

Ama bu cevabı tatmin edici bulmayanlar var, “Ya mantarlar daha yüksek vücut ısılarına uyum sağlayacak şekilde evrimleşirse” diyorlar.

Last of Us tam da bunu söylüyor, mantarların evrimleşmesini yani.

Bugün ikinci sezonun ilk bölümünü heyecanla bekleyeceğim.

ÇOK OKUNANLAR