Sırrı, daha ilk tanıştığımız andan itibaren bana “İsmet abi” diye hitab etti. Ben de her seferinde itiraz ettim: Sen benden iki yaş büyüksün, ne abisi…
O dinlemedi, abi demeye devam etti.
Uzun uzun yıllar önce bir akşam, bir arkadaş evinde bir yandan rakı içiyoruz, bir yandan Sırrı anlatıyor biz dinliyoruz.
Dinleyenler bilir, o cezaevi hatıralarını anlatmaya başladığında ağzınız açık dinlersiniz.
Genç, hatta bana kalırsa çocuk yaşında 12 Eylül’de hapse düşmüş ama o gençliğine rağmen koğuşlarda öyle popüler ve güvenilir olmuş ki, cezaevindeki fraksiyon kavgalarında onu hakem yapmışlar, kavgaları o bitirmiş.
İflah olmaz bir iyimser Sırrı.
Zaten öyle olduğu için 2013’teki çözüm sürecinde de, bugün bir türlü bir isim verilmeyen “süreç”te de ondan daha iyi, ondan daha gönüllü arabulucu yok.
“Barışa inanmamak, barıştan umudu kesmek en büyük aptallıktır” demişti bir seferinde.
En ümitsiz gözüken zamanlarda bile onun ufkunda her zaman barış vardı.
Bense hiç onun gibi değilim.
Hayır, kötümser biri değilim, hatta iyimser bile sayılırım ama yer yer inat seviyesinde gerçekçi olabilirim.
2013’te bir ortak arkadaşımızın doğum günü partisinde Sırrı’yı görmek benim için hem sürprizdi hem değildi.
Bir yandan devam eden çözüm sürecinin göbeğindeydi, oradan oraya koşturuyordu, arada bu doğum gününe gelmeye fırsat bulması bile olaydı. Ama öte yandan Sırrı hiçbir zaman siyasetten ibaret bir insan değildi zaten, hayata, arkadaşlarına, geyik yapmak dahil her türlü sohbete de her zaman vakit yaratırdı.
Tabii Sırrı gelince o gece ilgi doğumgünü sahibinden ona kaydı, çünkü herkesin devam eden çözüm süreciyle ilgili hem söyleyecek sözü hem soracak sorusu vardı.
Beş-on dakika sonra kendimi çözüm süreci hakkında Sırrı ile tartışırken buldum. Etraf susmuş bizi dinliyordu.
Bilen biliyor, Tayyip Erdoğan, İmralı’daki Abdullah Öcalan’la bir çözüm süreci görüşmeleri yürütüldüğünü bir TV canlı yayınında benim sorum üzerine açıkladı.
Sürecin kendisine ilişkin çok sayıda eleştirim vardı ama bunları değil genel olarak desteğimi hep öne çıkardım o zaman boyunca.
Ama o gece Sırrı’ya en temel eleştirimi anlatmaya çalıştım: Müzakerenin doğasında bir bozukluk vardı; taraflar gerçekte eşitsizdi ama bir taraf (PKK ve Öcalan) sanki kendileri eşitmiş sanarak konuşuyordu. Devlet tarafı ise bir “end game” yani nihai durum perspektifi vermiyor, karşı tarafın kendini “eşit” sanmasına ses çıkarmıyor, konuşmaya devam ediyordu.
Ben Sırrı’ya bu durumun nihayetinde PKK’da bir gerginliğe neden olacağını ve süreci PKK’nın bozacağını anlatmaya çalışıyordum; o ise iyimser kalmaya devam ediyordu, samimi olarak barış istiyordu ve benim ‘bozguncu’ olduğuma kanaat getirmeye başlamıştı.
Sırrı’yla kavga etmek de, onu kızdırmak da zordur ama bana kızdı o gece. Ben de çok üzüldüm. Üç veya dört gün, kızgınlığı geçene kadar ne telefonumu açtı ne mesajlarıma cevap yazdı. Sonra bir rakı içtik, aramız hiç bozulmamış gibi devam ettik hayatımıza.
Şimdi, bugün yürüyen ve bir ismi olmayan süreç, bence çok daha gerçekçi. Sebebi şu: Taraflar arasındaki eşitsizlik baştan kabul edilmiş durumda. Türkiye’de devleti yönetenler, içi belirsiz bir dizi ‘Her şey güzel olacak’ vaadinde bulunuyorlar PKK’ya ve PKK da bunu biliyor, herhangi bir pazarlık yok, müzakere yok, Sırrı’ya sormadım, sorsam da o söylemezdi zaten, ima yoluyla bir vaat bile yok.
Tek söylenen, Devlet Bahçeli’nin Tuncer Bakırhan’a telefonda “Demokrasiyi birlikte kuracağız” sözü.
Top tamamen PKK’nın, Kandil’deki üç beş yöneticinin sahasında. Onlar, zaten neredeyse anlamsız ve işlevsiz hale gelmiş olan “silahlı propaganda”dan vazgeçecek veya geçmeyecekler. Kurucu liderlerinin vazgeçtiği şeyde onlar ısrarcı olurlarsa Türkiye’deki Kürtlerin daha uzun süre acı çekmesine neden olacaklar. Vazgeçerlerse mücadelenin siyaset alanında yapılmasının önünü açacaklar. Konu çok karmaşık ama seçenekler görece basit.
Burada daha önce itiraf ettim, ben Devlet Bahçeli bu süreci başlattığında kendi sersem gerçekçiliğim içinde olan biteni küçümsemiş, “Buradan bir şey çıkmaz” diye düşünmüştüm.
Ama iyi ki işin içinde Sırrı gibi bir iflah olmaz iyimser vardı, onun gördüğünü ben görememiştim.
Bir önceki süreçte sırf rol aldı diye Sırrı hapse atıldı. Ama şimdi, benzer bir fırsat ortaya çıktığında gözünü kırpmadan bir kez daha en öne düştü, bütün yaşadığı sağlık sorunlarına rağmen.
Ama yorgun bedeni bu sefer ona itiraz etti. Maalesef bir gece vakti aort damarında yıllar içinde oluşmuş ve fark edilmemiş bir baloncuk patladı.
O Sırrı’nın yorgun bedeni şimdi hayata tutunmak için savaş veriyor. Şimdi iyimser olma sırası bende.
Diren Sırrı, sen bunu da yenersin.