Türkiye’de dün ne oldu, farkında mısınız?
18 Nisan 2025

Türkiye tam bir aydır hiç de normal olmayan günler yaşıyor. Bakmayın siz iktidarın asayiş berkemal laflarına veya başka şeylere, gerçekten olağanüstü günlerde yaşıyoruz.

Bu olağanüstülüklerin üstü ne kadar örtülmeye çalışılır, sanki onlar yokmuş gibi ne kadar yapılmak istenirse istensin, bazı şeyler kaçınılmaz biçimde insanın yüzüne vuruyor.

İşte dün öyle günlerden biriydi. Merkez Bankası’nın politika faizini arttırma kararı, öyle herhangi bir günde alınmış normal, sıradan bir karar değildi.

Bu kararın ne anlama geldiğini uzun uzun yorumlamak gerekiyor. Ama bunu yorumlamak için önce 18 Mart akşamı ve 19 Mart sabahı ne olduğunu yorumlamak lazım.

18 Mart gecesinin sorusu

18 Mart akşamı Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diploması iptal edildiğinde Türkiye’de siyaset birden bire gerçek ötesi bir yere geçti: Cumhurbaşkanlığı seçiminin en önemli adayının yarışa girmesi engellendi.

Bu, Türkiye’de demokrasinin seviyesinin birden bire Rusya, Beyaz Rusya, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan seviyesine gerilemesi, fiilen ortadan kaldırılması anlamına geliyordu.

O gecenin sorusu şuydu: Bundan sonra seçimler tek adaylı, sadece Tayyip Erdoğan’ın adının yazılı olduğu pusulalarla mı yapılacak, yoksa Rusya’da Putin’in kendine seçtiği rakipler gibi göstermelik başka adayların isimleri de pusulada yazacak mı?

19 Mart sabahının sorusu daha beterdi

Biz o sırada bilmiyorduk ama sahiden de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi “turbun büyüğü heybede”ydi. Ertesi sabah şafak vakti 200 polis İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın resmi konutu bastı ve onu gözaltına aldı.

Bir gece öncesinin sorusu birden bire değişti, artık seçimlerin tek adaylı olup olmayacağını değil, bu ülkede yeniden seçim olup olmayacağını merak ediyordu insanlar. Türkiye’de seçimli demokrasi, savcılar ve polis eliyle sona ermiş, fiili bir tek parti rejimine geçilmişti, izlenim buydu.

Bu dediğim izlenim sadece benim veya muhalefetin izlenimi değildi. Nitekim biraz sonra para piyasaları açıldığında, izlenimin cebinde veya banka hesabında biraz birikimi olan herkesin ortak izlenimi olduğu ortaya çıktı. Halk, dolar almaya yönelmişti.

Bu noktada siyasetten ekonomiye geçelim.

Doları baskıla, enflasyon düşsün politikası

Türkiye Mehmet Şimşek’in Hazine ve Maliye Bakanı olmasıyla 2023 Temmuz ayından itibaren bir enflasyonu düşürme politikası uyguluyor. Politika Nurettin Nebati’nin Haziran 2023’e kadar uyguladığı enflasyonu düşürme politikasından biraz farklı. Nebati, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın koyduğu düşük faiz şartı altında doların fiyatını baskılayarak enflasyonu düşürüyordu, bunun için de Merkez Bankası deli gibi karşılıksız para basıyor ve doların fiyatını savunmak için de olmayan dolarları satıyordu.

Mehmet Şimşek de esasen yöntem olarak doların fiyatını baskı altına alarak enflasyonu düşürüyor ama onun devrinde faiz arttırmaya izin çıktı, ürkek adımlarla faiz yüzde 50’ye kadar yükseltildi, bu sayede enflasyon ancak yüzde 40 civarına inebildi. Ardından faiz indirimleri de başlamıştı, çünkü ucuz paraya ve devletin bu politikası üzerinden savaş zengini parası kazanmaya alışan kesimlerin sabrı taşmaya başlamıştı.

Şimşek’in “program” dediği şey, doların baskılanması yoluyla fiyatların baskı altına alınmasıydı ve piyasada bir inandırıcılığı vardı. Bu sayede Türk milleti portföy tercihini değiştirdi, bankalarda KKM’de veya dolar hesabında duran parasını bozdurup TL faize geçti. Şaka değil, 120 milyardan fazla dolar sattı Türk milleti Merkez Bankasına.

TL bolluğunda enflasyon da yavaş düştü

Ortada tuhaf bir durum vardı: Merkez Bankası yüzde 50 faizle piyasayı fonlayacağını söylüyordu ama piyasa çoğunlukla bankadan para falan almıyordu, çünkü bozdurulan dolarlar sayesinde zaten ortada muazzam miktarda fazla TL vardı.

Bu fazla TL’nin yeni enflasyon yaratmaması için binbir türlü kredi yasağı uygulanıyor, nakit paranın işe yaramasını engellemek için 200 TL’den büyük küpürlü para basılmıyor, vatandaş kredi kartı veya banka havalesine zorlanıyordu.

Bu şartlar altında enflasyonun düşüşü de sınırlı oldu; daha yeni yüzde 38’e indi. Hesaba göre bu yılın sonunda yüzde 30’un altına inecekti.

Bu hassas ve çok sayıda temenniyi bir arada içeren ekonomik “program”ın temel varsayımı, Türk milletinin portföy tercihinin TL’de durmaya devam edeceğiydi. Bir şey olur, milletin yatırım portföyü tercihi yeniden dolara dönerse bütün düzen çökerdi.

Şimdi yeniden 19 Mart sabahına geri dönelim.

Doların fiyatı 42 liraya fırlayınca

O sabah para piyasasında dolara öyle yüksek bir talep geldi ki, saatler 10.00’u gösterdiğinde piyasaya döviz satmakta olan kamu bankalarının o gün için yurt dışından kendilerine sağladığı döviz “line”ları tükendi.

Birden bire dolar talebi karşılanamaz, dolar almak isteyen dolar alamaz hale gelince panik büyüdü ve doların fiyatı o sabahki 36 liradan 42 liraya fırladı.

42 lira, hükümetin üstü örtülü biçimde 2025 yılı sonu için koyduğu dolar fiyatı hedefiydi ve birkaç saat içinde doların fiyatı oraya gelmişti. Ardından kamu bankaları hemen yeni “line”lar temin ettiler, Merkez Bankası devreye girdi ve yoğun bir dolar satışı başladı, doların fiyatı 38 liraya indirilebildi. Bir hesaba göre o ilk gün toplamda 9 milyar dolar satıldı piyasaya.

Türkler portföy değiştirmeye karar verdi

Bugün aradan 30 gün geçti. Toplamda 50 milyar doları aştı satılan dolar. Bunun 6 veya 7 milyar doları yabancı yatırımcıların parasıydı, kalanı Türklerin parası. Türkler yeniden yatırım portföylerini TL’den dolara döndürdüler ve korkarım döndürmeye de devam ediyorlar.

Merkez Bankası bu dönüşü durdurmaya ve 38 liralık dolar fiyatını savunmaya çalışıyor.

Kimse yüksek sesle söylemese de ben söyleyeyim: Bu ölçüde büyük bir dolar talebinin tek bir anlamı var, piyasa ciddi bir devalüasyon bekliyor, yani doların fiyatının belki 40, belki 42 lira, belki daha bile fazla olmasından endişe ediyor. O yüzden de o gün parasını korumak için TL’den dolara dönüyor.

38 lirada kurulan Merkez Bankası siperi

Merkez Bankası bu psikolojiyi kırmak için 38 liralık dolar fiyatını savunuyor, adeta siper savaşı yapıyor ve piyasaya devalüasyon beklentisinin yanlış olduğunu, dolara dönenlerin maddi kayba uğrayacaklarını göstermeye çalışıyor.

Bu yolda bir dizi önemli ve olağanüstü adı attı Merkez Bankası. Bir kere acil kodlu bir PPK toplantısı yapıp haftalık repo ihalelerini durdurdu, gecelik borç verme faizini de yüzde 49’a yükseltip piyasayı sadece gecelik fonlayacağını söyledi.

Ardından piyasanın elindeki fazla TL’yi emmek için süper faizli (31 gün vadeli kağıtlara yıllık yüzde 60 faiz verdi) bonolar çıkardı. Bu arada vatandaşın dolar alma talebi devam ettiği için de zaten piyasadan TL topluyordu. Böylece birkaç hafta içinde piyasada TL kalmadı, bankalar ilk kez yüzde 46’lık gecelik faizle Merkez’den yeniden fon almaya başladılar.

Faiz arttı ama piyasanın talebi durmadı

Ancak şaşırtıcı bir şey oldu, piyasada dolar talebi durmamıştı, TL yokluğuna ve TL faizlerin yükselmesine rağmen Türkler dolara dönmeye devam ediyorlardı. Yani Merkez Bankası’nın olağanüstü PPK toplantısında aldığı kararlar “kısa” kalmıştı, yetersiz faiz artışı mevcut dolara dönme eğilimini durdurmamış, devalüasyon beklentisini kıramamıştı.

Oysa piyasa biliyor, Merkez Bankası net rezervini gerekirse eksi 75 milyar dolara kadar düşürür ve doların fiyatını sonuna kadar savunur. Bunu Nurettin Nebati döneminde gördük, bugün Mehmet Şimşek döneminde görmememiz için bir sebep yok.

Merkez Bankası dün faizi bir kez daha arttırdı, politika faizini, yani haftalık borç verme faizini yüzde 46’ya, gecelik pencereyi ise yüzde 49’a yükseltti. Ümidi bu adımla dolara olan talebi kırmak, devalüasyon beklentisinin önüne geçmek.

Temel endişe ekonomik değil siyasi

Bugün daha net göreceğiz ama buna rağmen dolar talebinin devam ediyor olması, meselenin ekonomiyle değil tamamen siyasetle ilgili olduğunu bize gösterecek.

Temel endişe bir devalüasyon olacağı endişesi değil, temel endişe Türkiye’de bir daha seçim sandığının seçmenin önüne konulup konulmayacağı endişesi.

Şunu unutmayın: Türk milleti, sandığın önüne bir daha gelmeyebileceği endişesine kuvvetli bir karşılık verdi, hem sokaklara çıktı gösteriler yaptı hem de Ekrem İmamoğlu için 15,5 milyon oy kullandı. Şimdi CHP toplam 28 milyon imza toplamak için sokakta çalışıyor. CHP lideri “Darbeyi püskürttük” diyor ama henüz püskürtülmediği ortada, çünkü İmamoğlu’nun ne diploması geri verildi ne de kendisi hapisten çıktı.

İktidarın ümidi gerçekleşmeyebilir

Bu şartlar altında, iktidar belki zamana oynuyor ve zaman içinde gerilimin düşeceğini, İmamoğlu’nun mahpusluğunun ve diplomasızlığının tartışma gündeminden ineceğini ümit ediyor ama bu ümit gerçekleşemeyebilir.

Çünkü ne kadar “Ortada olağanüstü bir durum yok, yaşanan da sıradan bir adli yolsuzluk soruşturması” deniyor olursa olsun, hayatın bazı gerçekleri var ve Merkez Bankası kaçınılmaz biçimde bu gerçeklere uyum sağlamak zorunda hissediyor kendini.

Hatırlayın, Şahap Kavcıoğlu başkanlığındaki Merkez Bankası 2021 yılının Eylül ayında faiz indirimine başlayınca doların ipi kopmuş, Aralık ayında hükümet KKM ilan etmek zorunda kalmış, patlayan enflasyon Merkez Bankası’nın eksi 75 milyar dolara kadar inen rezervleriyle ancak Mayıs 2023’te yeniden yüzde 30’lara baskılanıp öyle seçim yapılmıştı ve Tayyip Erdoğan seçimi ikinci turda kazanabilmişti.

Durum 2021’dekinden vahim

Şimdi Merkez Bankası, faiz yüzde 46, enflasyon yüzde 38’ken bir ayda 50 milyar dolar satmak zorunda kaldı. Durum 2021’den daha vahim gözüküyor.

Siyasi yumuşama adımları atmadan, Türk milletine sandığın önüne mutlaka geleceğinin ve adil bir yarış olacağının güvencesini vermeden dolar kurunun bu seviyesini savunmak çok kolay olmayabilir.

Dolar kurunun 38 lirayı aşması halinde neler olabileceğini ise hayal etmek bile istemezsiniz.

ÇOK OKUNANLAR