Bugünün dünyasında herkes “liderlik” konuşuyor. Yönetici yetiştirme programları, liderlik seminerleri, CEO koçlukları dört bir yanı sarmış durumda.
Ama gerçek şu: Gerçek liderlik seminer salonlarında değil, sahada, taşrada, krizlerin ortasında pişerek doğar.
Çünkü lider dediğin saksıda yetişmiyor.
Ne özel karışımlı topraklarda, ne kontrollü sıcaklıklarda, ne de günlük sulamayla yeşeriyor. Liderlik, doğrudan yaşamın içinden süzülerek gelir. Engebeli arazilerde, fırtınalı havalarda, belirsizlikle sınanarak şekillenir.
Öyle cam fanuslarda büyüyen, yaprağına zarar gelmesin diye üzerine titrenen birinden lider olmaz. Olsa olsa yönetici olur, protokol figürü olur. Vitrin süsü olur.
Lider doğulur, ama pişmeden olmaz
Evet, lider doğulur. Bazı insanlar doğuştan farklıdır; algısı açıktır, yön tayin eder, cesurdur, sorumluluk alır. Ama sadece doğmakla yetinirse, o ham cevher toprağın altında çürür gider. Liderlik potansiyeliyle doğmak bir ayrıcalıksa, o potansiyeli pişirecek çıraklık yolculuğuna çıkmak da bir zorunluluktur.
İşte tam da burada devreye giriyor o meşhur söz:
“Çıraklık kalfalık, ustalık başka bir bela.”
Liderliğe giden yol, çıraklıktan geçer. Ter dökmemiş bir alın, evrak imzalar ama liderlik edemez. Günümüzde birçok genç, henüz mutfağın kokusunu almadan başköşeye kurulmak istiyor. Halbuki liderliğin mutfağı sıcaktır; terletir, yorar, hatta yakar. Orada pişmeyen hiçbir hamur kabarmaz.
Elinden tutmak yok, göstermeyi bile doğru yapmak gerek
Herkes birilerinin elinden tutmasını bekliyor. Ama liderlikte el tutmak yoktur; gerektiğinde iter, zorlar, hatta sarsar. Bu işte yol göstermek pasif bir rehberlik değil, aktif bir meydan okumadır. Sadece yönü göstermekle değil, o yolda ayağa takılacak taşları da işaret etmekle olur.
Ama bizim sistemimiz bu pişirme mutfaklarını kurmuyor. Neden mi?
Çünkü kimse kendine ihanet edebilecek bir veliaht istemiyor. Kendinden daha donanımlı, daha vizyoner, daha enerjik bir lider adayını kendi elleriyle büyütmek, mevcut düzen için tehlike demek.
Bu yüzden gölge aranıyor; suret aranıyor. Ayna değil. Bu da bizi kısır döngüye sokuyor: Yeni liderler yetişmiyor, sadece mevcutların karbon kopyaları çoğalıyor.
Peki o zaman ne yapmalı?
Liderin önü açılmalı, ama zorlukla test edilmeli. Elbette yalnız bırakılmamalı; ama her adımda yönlendirilerek de yoğrulmaz.
Mentorlukla vesayet arasındaki çizgi hassastır. Birine yol göstermek onun yerine yürümek değildir.
Genç lider adayları, koltuğa oturmadan önce zemine dokunmalı. Sahada terlemeden, insanla temas etmeden, kararın sorumluluğunu taşımadan ofis koltuğu verilmemeli. Zorluklara maruz bırakılmalı ama öğütülmemeli. Ve en önemlisi, onlar tehdit olarak değil, gelecek olarak görülmeli.
Büyük liderler, kendinden daha büyüklerini yetiştirendir.
Kendine benzeyen değil, kendini aşan insanlar inşa edebilenlerdir. Liderlik mirası sadece başarı tablolarında değil, ardında bıraktığı vizyoner ekipte, özgüveni yüksek bireylerde, sorumluluk almaktan korkmayan gençlerde ölçülür.
Türkiye’nin yakın tarihinde bu yolu yürümüş insanlar var. Devletin zirvesine çıkmış, köy okullarından gelip uluslararası krizlerde inisiyatif almış isimler. Özel sektörde klasik kariyer reçetelerini yırtıp kendi yolunu çizen, sahada, yurtdışında, belirsizliğin ortasında yoğrulmuş liderler.
Onlar bize şunu gösteriyor: Ezber bozmazsan, liderlik inşa edemezsin.
Unutma:
Lider dediğin saksıda yetişmez.
O, rüzgârda eğilmeyen, güneşte kavrulsa da toprağa kök salmayı başaran, çamurun içinden çıkıp ışığa yönelmiş insandır.