Bir zamanlar büyürken hepimiz benzer hayallerle beslenirdik: önce âşık olacaktık, sonra evlenecek, çocuk sahibi olacaktık… Bir hayatı paylaşmanın sıcaklığı, bir aile kurmanın anlamı, ömrümüze anlam katacaktı. Oysa şimdi dünya başka bir hikâye yazıyor.
Newsweek dergisinde Alyce Collins tarafından “Y Kuşağı ve Z Kuşağı, Dünya Genelinde Doğum Oranlarını Nasıl Düşürüyor?” başlıklı bir yazı yayınlandı. Y kuşağı (1981–1996 doğumlular) ve Z kuşağının (1997 sonrası doğumlular) evlilik ve çocuk sahibi olma konularındaki eğilimlerinin, dünya genelinde doğum oranlarının düşmesine nasıl katkıda bulunduğunu vurguluyor. Amerika’da bugün, tek başına yaşayan insanların sayısı 38.5 milyona ulaşmış durumda. Bu, tüm hanelerin yüzde 29’u demek. Sadece Amerika değil… İngiltere, İtalya, Japonya, Güney Kore… Tüm dünyada doğum oranları tarihsel dip noktaya gerilemiş durumda. Türkiye’de de durum farklı mı? TÜİK verilerine göre Türkiye, son yıllarda önemli bir demografik değişim sürecinden geçiyor. Evlenme oranı 2001’den 2023’e kadar ciddi şekilde düşerken boşanma oranı yükseliyor. Anlaşılan eskiden bir kadının hayatı için güvence gibi görülen evlilik, şimdi özgürlüğe giden bir prangadan kurtuluş gibi algılanıyor.
Peki neden?
Çünkü artık bir kadın ayakta durabiliyor. Bir erkeğe yaslanmadan yaşayabiliyor, kendi kazancıyla dünyayı keşfedebiliyor. Ve bir erkek, artık her zaman ‘koruyucu’ olmak zorunda değil; kadınlar kendi hayatlarının kahramanı olabiliyor.
Ama özgürlük dediğimiz şey, bazen bir odaya tek başına girmek, bazen de akşam yemeğinde sessizce kendi kendine oturmak demek.
Ve her özgürlüğün bir yalnızlığı var.
Bugün aşkı bulmak için dışarı çıkmak, birinin gözlerinin içine bakmak gerekmiyor. Bir ekran kaydırmasıyla birini “seçebiliyor”, bir mesajla tanışabiliyoruz. Fakat bir “görüşme” çok kolay başlıyor, aynı kolaylıkla da bitiyor. İnsan ilişkilerinin hafiflediği bu çağda, uzun vadeli bağlar kurmak hem daha zor hem de daha kırılgan.
Ayrıca gençler için yetişkinliğe geçiş süreci de eskisi gibi değil. Ekonomik belirsizlikler, artan hayat pahalılığı, öğrenci borçları… Tüm bunlar evliliği, çocuk yapmayı daha çok ertelenen, hatta bazen tamamen vazgeçilen bir karar hâline getiriyor.Bir zamanlar genç yaşta yapılan evlilikler hayatın doğal bir parçasıydı; bugün ise bir “başarı madalyası” gibi ancak her şeyi yoluna koyduktan sonra erişilebilen bir hedefe dönüştü.
Ve en önemlisi, artık hayatta “başarı” ya da “mutluluk” sadece evlenmek ya da çocuk sahibi olmakla ölçülmüyor. Kendi ayakları üzerinde duran, kariyerinde ilerleyen, dünyayı gezen bir kadın ya da erkek, toplumun gözünde eksik görülmüyor.
“Bu bir devrim, bir yeniden doğuş” deniliyor. Ama her devrimin bir bedeli olur.Azalan doğum oranları, gelecekte toplumların yaşlanması, sosyal güvenlik sistemlerinin zorlanması, yalnız yaşayan yaşlıların artması gibi büyük sorunları beraberinde getiriyor. Aile dediğimiz kavram küçülüyor, yalnızlık büyüyor.
Buna bir çözüm var mı? Hükümetler çocuk teşvik paketleri sunuyor, doğum oranlarını artırmaya çalışıyorlar. Ama belki de sorunun kökü çok daha derinlerde: İnsanların kalplerinde. Hayata, ilişkilere, aileye dair anlam arayışlarında.
Belki de artık bir şeyleri hatırlamamız gerekiyor:
Birlikte yaşlanmanın güzelliğini.
Bir elin diğerine dokunuşunun sıcaklığını.
Sevilmenin ve birine bağlanmanın insanı ne kadar büyüttüğünü.
Çünkü özgürlük güzel bir şey…
Ama kalbin başka bir kalpte yankı bulması, işte asıl mucize o.