Geçmişimizle Yüzleşmek: Hakikat Olmadan Uzlaşma Olur mu?
04 Mayıs 2025

Oxford Caddesi’ndeki bir otel lobisinde, Londra’nın koşuşturmacasına inat sakin bir köşede oturuyorum. Bir sonraki gorusmeme hazırlanırken telefonumun ekranında BBC’nin bir haberi beliriyor. Prens Harry konuşmuş yine. Ailesiyle barışmak istiyormuş ama ekliyor: “Babamın ne kadar ömrü kaldı bilmiyorum. Ailemle uzlaşmak istiyorum ama hakikat olmadan uzlaşma olmaz.”

Bir cümle… Ama öyle bir cümle ki, saray duvarlarından çıkıp ulusların vicdanına çarpıyor.
Geçmişiyle yüzleşemeyen toplumların geleceği sağlıklı olabilir mi? Acılar bastırıldıkça, suçlar halının altına süpürüldükçe, toplumun iç dengesi yerli yerine oturur mu?

Tarihten örneklerle yanıtını biliyoruz.

Unutulmuş Seslerin Çağrısı

Dünya tarihine baktığımızda, her bir ulusun alnında derin izler bırakan karanlık dönemler, bastırılmış çığlıklar, örtbas edilmiş facialar görüyoruz. Ve bu karanlık geçmişle yüzleşme çabası, zaman zaman cesaretin sınandığı en zor dönemeçlerden biri oldu.

Güney Afrika’da, apartheid rejiminin ardında kalan yaraları sarmak için kurulan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, yalnızca mahkeme salonlarını değil, vicdanları da tanıklığa çağırdı. Arjantin, Şili, Doğu Timor, Tunus… Bu ülkelerin her biri, karanlığa tutulmuş bir ışık gibi geçmişin aynasında kendini görmeye çalıştı.

Kanada’da yerli çocukların zorla yatılı okullara gönderildiği, kimliklerinden koparıldığı yılların ardından gelen 2015 tarihli Hakikat ve Uzlaşma raporu, yalnızca tarihî bir belge değil, aynı zamanda yüzleşmeye yazılmış bir ağıt niteliğindeydi. Ancak bugün, bu çocukların akıbetini araştırmak için ayrılan fonların kesilmesi, “hakikat”in yalnızca bir anma törenine indirgenmesi tehlikesini de beraberinde getiriyor.

Ya ABD’nin Kızılderili, Avustralya’nın Aborijin insanları, ya da Bati Afrika’dan ayakları zincirli gemilerle taşınan 12 milyon köle… Japonya’nın Nanjing’de insanlik disi yaptıkları

Fransızların Cezayir utancı…

Türkiye: Kırık Aynaya Bakmak

Bizim ülkemizde de bu kadar ağır olmasa da benzer izler var. Bastırılmış acılar, üstü örtülmüş hakikatler, toplumun belleğinde yankılanan çığlıklar. Ne acıdır ki, çoğu zaman “geçmişi kurcalamayalım, kapatalım bu defteri” kolaycılığına sığınıyoruz. Oysa o defter, biz istemesek de açık kalıyor; sayfaları her gün kendi kendine çevriliyor.

Kayıplar, işkenceler, faili meçhuller, sürgünler… Bunlar, bir ulkenin, devlet liderlerinin utanç hanesine yazılmış trajediler değil midir? Sessizliğimizle unutturmaya çalıştığımız her olay, aslında unutmamakta direnen hafızalara daha derin kazınıyor.

Geçmişle yüzleşmek, ne bir zayıflık ne de “vatan hainliği”dir. Bilakis, hakikatin ağırlığını taşımaya cesaret edebilen uluslar, geleceği sağlam temeller üzerine inşa edebilir. Acıları tanımak, sadece geçmişi değil, geleceği de tedavi eder.

Gerçek uzlaşma, “hadi artık barışalım” diyerek kurulmaz. Bu, ancak hakikatin itirafıyla, mağdurun sesine kulak vererek, adaletin yerini bulmasıyla mümkün. Gerisi yalnızca kozmetik, yüzeysel bir sükûnet olur. İçeride kanamaya devam eden bir yara, eninde sonunda sızısını duyurur.

Toplumsal barışın yolu, geçmişle helalleşmekten geçer. Bu helalleşme, ne bir af dilemeye indirgenebilir ne de politik çıkarların gölgesinde şekillenebilir. Bu bir vicdan meselesidir. Aksi hâlde, “unutalım gitsin” yaklaşımı, gelecekte benzer acıların zeminini hazırlar.

Bu yüzleşme süreci sadece devletin işi de değildir. Aydınlar, sanatçılar, tarihçiler, öğretmenler, öğrenciler, anneler, babalar… Hepimiz bu hakikat zincirinin birer halkasıyız. Hakikatle yüzleşmenin yolu, sadece arşiv açmaktan geçmez; okul kitaplarında doğruyu anlatmaktan, bir belgesel izledikten sonra sessizce düşünmeye dalmaktan, acı çekenin gözlerinin içine bakabilmekten geçer.

Çünkü hakikat, yalnızca belgelerde değil, hatıralarda, suskunluklarda ve travmaların gölgesinde yaşar.

Sessizliğin Bedeli

Türkiye, eğer gerçekten güçlü ve barışçıl bir gelecek kurmak istiyorsa, önce geçmişin hayaletleriyle yüzleşmeyi öğrenmelidir. Tıpkı bireyler gibi toplumlar da geçmişte saklı acılarla helalleşmeden iyileşemez.

Yoksa hep eksik, hep kırık kalırız.

İşte bu yüzden Prens Harry’nin sözleri (her ne kadar uzlasici bir uslupla dile getirilmemis olsa da) yalnızca bir Kraliyet ailesine değil, bütün toplumlara hitap ediyor: “Hakikat olmadan uzlaşma olmaz.” Çünkü uzlaşma, sadece bir masa etrafında yapılan müzakere değil; aynı zamanda kalpte açılan bir yoldur.

Geçmişle yüzleşmek, yalnızca geçmişe ait bir eylem değildir. O, geleceği de belirleyen ahlaki bir zorunluluktur. Ve bu soruyu her birimiz kendimize sormalıyız: “Gerçekle yüzleşmeye cesaretimiz var mı?”

ÇOK OKUNANLAR