Eskiden Sovyetler Birliği döneminde Amerika’da ‘Kremlinolog’ denen birileri vardı. Bunlar, mesela Ekim Devrimi yıldönümünde Kızıl Meydan’da dizilen Sovyet Komünist Partisi yöneticilerinin sıralamasına bakıp büyük sonuçlar çıkaran yorumlar yapardı. Kim Brejnev’e yakın kim uzaklaştı, bu protokolden hareketle Kremlin içi politika anlaşılmaya çalışılırdı.
Bu saçma çabayı bir süreden beri biz de yapıyoruz. Külliye’deki güç ilişkilerini, kimin Tayyip Erdoğan üzerinde daha etkili olup kimin gözden düştüğünü, geleceğe ilişkin planlamaları vs aynen eskinin Kremlinolog’ları gibi belki de tamamen alakasız bazı şeylere bakarak çıkarsamaya çalışıyoruz.
Bu Türk usulü ‘Külliyeoloji’ sporuyla ilgilenenlerin en dikkatle izledikleri yerlerden biri Sabah gazetesi ve bu gazetenin öne çıkan bir yazarı olan Okan Müderrisoğlu.
Müderrisoğlu’nu 90’lı yıllardan beri tanırım, iyi bir gazetecidir. Ama günümüz Sabah gazetesinde üstlendiği idari görev, yani gazetenin Ankara Temsilcisi olması ona kendisinin tercih edip etmediğini bilmediğim bir işlev yüklemiş gibi duruyor.
Sabah gazetesinin pozisyonu zaten çok ilginç. Bu gazetenin ve ATV ile aHaber televizyonunun vakti zamanında Binali Yıldırım’ın çabalarıyla oluşturululan bir müteahhit havuzu sayesinde Ahmet Çalık’a ödenen parayla satın alındığını, bugün esas olarak Kalyon Grubuna ait olduğunu ama patronu kim olursa olsun bütün grubu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın kardeşi Serhat Albayrak’ın yönettiğini unutmamalıyız.
Burada Serhat Albayrak’ın durumu da ilginç. Çünkü Berat Albayrak bir dönemin en güçlü ikinci adamıyken birden bire iktidardan çok uzağa düşüverdiğinde bile Serhat Albayrak eski pozisyonunu korumaya devam etti. Ama bu Berat Albayrak kopuşu, o medya grubuyla Tayyip Erdoğan arasında çok çarpıcı bir zaman zaman farklı düşme pozisyonu yarattı.
Sovyet döneminin parti gazetesi Pravda kıvamında değil Sabah ama o kıvamdan çok uzak da değil. Sabah’ta okuduklarımız çoğunlukla Tayyip Erdoğan ve çevresinin nasıl düşündüğü hakkında hepimize güçlü ipuçları verse de, her zaman doğru çıkmayabiliyor. O yüzden dikkatli ve tedbirli olmakta fayda var.
Bunca girizgahı yapmamın sebebi, Okan Müderrisoğlu’nun bugünkü yazısı. Yazıdan uzunca bir alıntı yapacağım izninizle:
“Türkiye, vaktinden önce cumhurbaşkanlığı seçimi kulvarına doğru sürüklenmek isteniyor. Bu mücadele biçimi görünürdeki siyasilerden ziyade devlet içindeki aktörler ya da devlete tesir edebilen unsurlar üzerinden sürdürülüyor. Erken seçim senaryosu hem devletin alacağı şekil hem de devri sabık için yanıp tutuşanlar bakımından neredeyse hayat memat meselesine dönüştürülmüş durumda. Hatta ustalıkla kurgulanan kimi mesajlarda daha bugünden cumhurbaşkanlığı makamı ikram ediliyor, başbakanlık makamı geri getiriliyor! Sanki seçim yapılmış, millet tercihini değiştirmiş gibi hava oluşturuluyor. Bu amaçla sokak siyasetinin cazibesine kapılan CHP yöneticileri ise sistematik olarak el artırıyor. Muhalefetin sivrilttiği siyaset tarzı, onların zannettiklerinden de fazla kaygı üretiyor, karşı tepkisini doğuracak ortamı bile hazırlıyor. Toplumsal havada görüş ve anlayış mesafesi azaldıkça, bu tür ortamlardan beslenen operasyonel odakların fırsat alanı artıyor!”
Bu şifreli cümleleri anlamak ve net sonuçlar üretmek kolay değil. Ama en azından şunu anlıyoruz: CHP’nin 19 Marttan itibaren artık çok daha kuvvetli biçimde dile getirdiği, arkasına da milyonlarca vatandaşın imzasını eklemeye çalıştığı erken seçim talebi, Külliye tarafından artık elinin tersiyle itilen bir talep değil. Aksine bir çeşit endişe kaynağı haline gelen bir talep. Bu endişenin pazar günü Özgür Özel’e yapılan saldırının ardından daha da arttığı da anlaşılıyor.
Daha ilginci, erken seçim taleplerine ilişkin yazıda “devlet içindeki aktörler ya da devlete tesir edebilen unsurlar” denmesi. Kim kastediliyor bilinmez ama bu mesaj aynı anda iki anlam içeriyor: 1. Kim olduğunuzu ve neyi amaçladığınızı biliyoruz; 2. Bu durumu ciddiye alıyor, tepki vermeye hazırlanıyoruz.
Hatta biraz ileri gidip Külliye’nin bir çeşit ‘hain’ arayışı içinde olduğunu ve içeride muhalefet meyleder gibi duran bürokratlara operasyona hazırlandığını bile söyleyebiliriz.
Bunlar tabii iktidarın kendi iç işleri. Bizi dolaylı olarak ilgilendiriyor en fazla.
Esasen Türkiye’de siyaseti uzun zamandan beri takip edenlerin, yani Ak Parti öncesi dönemleri de hatırlayanların çok iyi bildiği şeyler: Ülkede siyasi hava değiştiğinde, mevcut iktidar topal ördek durumuna düştüğünde bürokraside de ciddi bir yer değiştirme, yeni konum belirleme arayışları başlar. İktidara gelmeye hazırlanan partiye hem içeriden bilgi ve belge akışı hızlanır hem de topal ördek olan iktidarın işleri yavaşlamaya başlar.
Türkiye’de bir iktidar değişimine hazırlanıldığını görmeyen, hissetmeyen yok gibi. Gerçi Tayyip Erdoğan son olaylara rağmen kendi oy tabanını konsolide ettiğini, seçim ortamında da yürüteceği kampanya ile yeniden yüzde 50’nin üzerine çıkacağını düşünüyor ama onun bunu başarması imkansız değilse de giderek daha zora giriyor.
Daha önce yazdım, artık ahlaki üstünlük CHP’de ve onun adaylarında. Bu rüzgarı durdurmak kolay değil, bu yükselen dalgaya direnmek de, CHP önümüzdeki dönemde vahim hatalar yapmadıkça, çok kolay değil.
CHP açısından yürütülen savaşın çeşitli taktik aşamaları var.
Birinci aşama hiç kuşkusuz Ekrem İmamoğlu’nun özgürlüğüne kavuşmasının sağlanması.
CHP bunun için ciddi bir kamuoyu baskısı yaratmış durumda, bu baskıyı canlı tutmak için de mitingler yapmaya devam ediyor. İşte yarın akşam Beyazıt Meydanında üniversitelilerin katılımıyla bir miting daha yapacak CHP.
Tayyip Erdoğan iktidarı eğer İmamoğlu’nu serbest bırakırsa bu kamuoyu baskısı hafifleyecek, Türkiye’de siyasi gerilim de bir ölçüde yumuşayacaktır.
Ama iktidar İmamoğlu’nu serbest bırakmaktan iki nedenle çekiniyor: 1. Özgür kalan İmamoğlu daha tehlikeli ve güçlü bir rakip olacak; 2. İktidar geri adım atmış, taviz vermiş, zayıflığını kabul etmiş gibi gözükecek.
Ancak öte yandan CHP’nin kurguladığı oyun her şart altında onlara kazandırıyor gibi gözüküyor. Yani İmamoğlu’nun hapiste kaldığı her gün, CHP’yi kendisi açısından ikinci taktik hedefini gerçekleştirmeye daha da yaklaştırıyor. Bu hedef de erken seçim elbette.
İmamoğlu hapiste kalırsa kamuoyu tepkisi de canlı kalacak; bunu son 40 günde gördük. Üstüne Özgür Özel’e yapılan saldırı da bu kamuoyu tepkisini canlandıracak.
Tepki bu seviyedeyken Tayyip Erdoğan’ın ülkeyi yönetmesi de kolay olmayacak. İşte Okan Müderrisoğlu’nun yazısı zaten tam da bunun bir belirtisi olarak önemli.
Dolayısıyla zaman Erdoğan iktidarının lehine çalışmıyor. Daha ilk gün, 19 Mart günü iktidar kendisiyle savcılığın yürüttüğü soruşturmanın arasına bir mesafe koysaydı, mesela Nihat Zeybekçi’nin TÜSİAD’a yaptığı gibi yapsaydı uğradığı hasarı sınırlayabilirdi. Ama bunu yapmadılar, tam tersine savcının soruşturmasının sahibi gibi davrandılar.
Bugün Tayyip Erdoğan kendisi açısından neyin önemli olduğuna bir an önce karar vermeye zorlanıyor.
İktidarını beş yıllık görev süresini tamamlamaya en yakın zamana kadar sürdürüp bu arada icraatının neticesini de alıp seçimi kazanmaya mı odaklansın; yoksa bir baskın erken seçime gidip uğradığı zararı mümkün olduğunca en azda tutup şansını mı denesin?
Eğer birinciyi yapmak istiyorsa, İmamoğlu’nu bir an önce serbest bırakacak, gerilimi azaltacak ve 3 yıl daha yönetmeyi deneyecek. Başarabilir mi bilinmez ama sokaktaki muhalefet enerjisini azaltıp zaman kazanacağına kuşku yok.
Yok ikinciyi yapmak istiyorsa, yani ‘Zararın neresinden dönsek kâr’ deyip aynen 2018’deki gibi erken seçime istemeye istemeye de olsa gidecekse, o zaman en azından bu yazı atlatmak, hatta mümkünse 2026 ilkbaharına kadar seçimi erteleyip son anda bir baskın seçime gitmek isteyecek. İmamoğlu hapiste kalacak ve kampanyasını cezaevinden yürütecek, Erdoğan bunu kendisi açısından bir avantaj görebilir.
Dediğim gibi CHP’nin stratejisi de, bu stratejiye ulaşmak için belirlediği taktik adımlar da ayan beyan ortada.
Bilmediğimiz Tayyip Erdoğan’ın durumu nasıl gördüğü ve kendisine nasıl bir taktik adımlar zinciri kurguladığı.
Ama bana soracak olursanız, her şart altında erken seçim menziline girildi, çünkü çok fazla alamet belirdi.