BAŞKA BİR EVRENDE, EN GÜZEL HALİNLE!
Love, Death + Robots
Bilimkurgu, yer yer distopya, şahane animasyonlar… Kısa ama öz, az zamanda yoğun anlatı içeren hikâyeler… Aklına ‘Love, Death + Robots’ gelenler yanılmadı! Netflix bu hafta sonu başka dünyalara gitmek isteyenleri antoloji dizisinin dördüncü sezonuyla karşılıyor.
Baştan diyelim, ‘Love, Death + Robots’ yine şaşırtmamış. Tim Miller, David Fincher, Jennifer Yuh Nelson yapacağını yapmış ve farklı türleri, anlatım biçimlerini ve animasyon stillerini harmanlayarak yaratıcı ekibe hayal güçlerini sınırsızca kullanabilecekleri bir oyun alanı sunmuş. Bu da hafta sonunu keyifli geçirmek isteyen izleyiciler için bulunmaz fırsat demek.
İlk bölümünde çocukluğumuzun rock grubu Red Hot Chilli Peppers’ın konserinden ‘Can’t Stop’ performansını izliyoruz, elbette animasyon versiyonlarını. Herkesi kukla olarak izlediğimiz bu konserin ses kaydı gerçek bir canlı performansa dayanıyor. Tuhaf ve dinamik ‘Love, Death + Robots’ evrenine dalmak için yerinde bir seçim, bir nevi sizi bölümlere hazırlayan bir girizgâh olarak düşünebilirsiniz.
İkinci bölüm ‘Mini Türden Yakınlaşmalar’ en sevdiklerimizden, zira insanları alt etmeye çalışan, bu deliliğimizi sonlandırabilecek her hikâyenin alıcısıyız! Burada da bu görev uzaylıların. Başta insanlarla barışçıl bir etkileşime girmeye çalışıyorlar, ancak anlamadığı her şeyden korkan, korktuğu için de saldırganlaşan insan türü bu karşılaşmayı anında bir kan davasına döndürmeyi başarıyor. Uzaylılar nasıl insan yapımı bir tüfekle ölebilir ki gibi soruları bir kenara bırakırsak hayvan istismarı konusu ve insandan üstün yaratıkların da bizlere aynı muameleyi gösterebileceği şeklindeki (klişe olsa da haklı) gönderme bölümün tadı tuzu.
Üçüncü bölüm ‘Spider Rose’, üçüncü sezonun altıncı bölümü olan ‘Sürü’nün devamı niteliğinde ve bu kez intikam peşindeyiz. Bir galakside intikam peşindeyken annelik duygusunu tatmayı da ihmal etmiyoruz. Kulağa tam da ‘Love, Death + Robots’un bir bölümü olacak saçmalıkta (ama iyi anlamda) geliyor değil mi? Sürprizi bozmayalım ve diğer bölümleri keşfetmeniz için alan tanıyalım.
‘Love, Death + Robots’un dördüncü sezonu, ekibin kısa formda anlatıma ne kadar hâkim olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Sevenleri daha çıkar çıkmaz rastgele bir bölüm açmıştır, ancak bu uçuk kaçık diziye hiç bakmamış olan kaldıysa pazarlamaya devam edelim: Her biri görsel şölen vadeden, cesur temalarla bezenmiş ve türler arasında dolaşan bölümlerden oluşan dizi, bilimkurguya meraklı olmayanları bile içine çekebilecek kadar etkileyici. Bir bölüm sizi çekmediyse diğeri illa çeker. Hafta sonu biraz kafa dağıtmak, farklı evrenlere göz atmak ya da sadece yaratıcı animasyonlar görmek isteyenleri ‘Love, Death + Robots’un dördüncü sezonu için Netflix’e alalım.
İKİ BENZEMEZ YAN YANA: SUÇ VE ÇOCUK
Yirmi Yıl Önce (Bad Boy)
Bir Netflix dizisi olan ‘Adolescence’ı sevenlere benzer bir temayı çok daha sert bir hikâyeyle ve üslupla işleyen bir dizi önerimiz var: ‘Yirmi Yıl Önce’ (Bad Boy). Gerçek olaylardan esinlenilmiş bu hikâyede bir komedyenin yirmi yıl önce girdiği ıslahevi anılarını dinliyoruz. Sert gerçekçi ve dram türlerine yerleşen dizi ana karakterin stand-up gösterilerinden sahnelere de yer verdiğinden bir tutam mizah içerir diyebiliriz. 2023 TIFF seçkisinde yer alan İsrail yapımı dizi başrolde de gördüğümüz Daniel Chen ve ‘Euphoria’nın orijinal versiyonunun yaratıcısı Ron Leshem’in elinden çıkma. Dizinin yönetmen koltuğunda ise Hagar Ben Asher’i görüyoruz.
Diziyi ana karakterimiz Dean’in (Daniel Chen) bir stand-up gösterisiyle açıyoruz. Ara ara bu sahneleri görsek de ekran süresinin çoğunu Dean’in bugünden baktığında hatırladığı anıları kaplıyor. Söz konusu anılar ise tıpkı ‘Adolescence’taki gibi bir eve yapılan polis baskınıyla, ardından 13 yaşındaki bir oğlanın götürülmesiyle başlıyor. Annesi Tamara (Neta Plotnik) çaresiz, oğlunun neden götürüldüğüne anlam veremiyor.
Gerçi bir tahmini var: Dean’in bir süre önceki öfke patlaması onu korkutmuş, o da yetkilileri aramış. İlk bölümde çocuğun bu nedenle mi yoksa yetkililerin dediği gibi suç listesinin kabarık oluşundan mı götürüldüğü muğlak. Çocuk masum mu değil mi, o da muğlak. Mahkeme sonucundaysa Dean kendini, çoğunluğu kendinden büyük ve genç-yetişkinliğe adım atmak üzere olan farklı yaşlardaki gençlerle aynı hapishanede buluyor.
Gözaltında geçirdiği süredeki mizahi mizacı sayesinde Ankheisi (Amjad Shawa) adlı delikanlının radarına giren Dean, bu vahşi ormanda kendisine abilik yapacak birini bulduğu için rahatladıysa da bu çözüm kalıcı olmuyor. Ancak Ankheisi bu kısa süre içinde hem Dean’in hapishane kurallarını öğrenmesini sağlıyor hem de ona hayata ve kötülere karşı bir duruş armağan ediyor. Dean’in ilk bölümde Ankheisi dışındaki dayanağı bir de hapishane müdürü Chelli (Liraz Chamami) ve o da tıpkı ‘Adolescence’taki çocuğa hem destek olan hem de otoriteyi simgeleyen psikolog gibi, bir kadın. Dean’in serüvenindeki üçüncü önemli isimse Zorro (Havtamo Farda) adlı, diğer çocuklarla etkileşime girmemesi için hücrede kalan tehlikeli bir mahkûm.
Geçmiş, geçmemiş…
Dean, iki gün bile dayanamayacağı düşünülen bu çetin ortamda nasıl mı hayatta kalıyor? Başta Ankheisi’nin dikkatini çekmesine yarayan mizahı sayesinde. O da olmasa bırakın Dean’i, izleyicinin bile diziye devam etme takati kalmazdı zaten… Ancak dizi bu geçmiş anılardan ibaret değil. Yirmi yıl önceki kötülerden biri Dean’i buluyor. Böylece geçmiş, Dean’in şimdisine dadanıyor.
Dean’in geçmişte yaşadıklarıyla günümüzde yaşadıkları olmak üzere iki aksı birden izlediğimiz hikâye tam da bu nedenle farklı izleyicileri çekebilir. Birini merak etmezseniz diğerini muhakkak edersiniz. Baskın tema ise elbette suç, adalet, iyi-kötü ayrımı, bu ayrımın bulanıklaşması. Soru bir noktadan sonra “Bir insan ne oluyor da suç işliyor”dan çıkıp “Bir insan ne oluyor da bir suçluya dönüşüyor”a evriliyor. Bu baskın temanın can yakıcı alt temasıyla suça karışan çocuklar. Çocukları masum, kötülükten bihaber varlıklar olarak algılamamız ile onları başkalarına, hatta akranlarına zarar verirken görmek birbiriyle bağdaşmayan iki durum, apayrı iki evren gibi.
Bir çocuğun suça karışacağının emareleri var mıdır? Bu başımıza aniden gelirse çocuğun ruhu ebediyen ‘kirlenmekten’ nasıl korunabilir? Korunması gereken o mudur yoksa zarar verebileceği başka insanlar mı? Suç failliğinin 18 yaşın altına inmesi nasıl engellenebilir? Bu çocukların/gençlerin suçu bireysel midir toplumsal mı? Düşünecek, daha da elzemi, uygulamaya geçirilecek çok şey var… Suç, çocukluk, yetişkinlik, geçmiş, gelecek… Tüm bunların iç içe geçtiği dizi ‘Yirmi Yıl Sonra’ Netflix’te.
YALANI YAKALAYANI DOKUZ KÖYDEN KOVARLAR
Poker Face
Kapanışı keyifli yapalım; bu sefer temamız ‘katil kim’. Cinayet varsa keyif yoktur elbette, ama mesele konunun nasıl işlendiğiyse TV+’ta yayınlanan ‘Poker Face’ bu temayı keyifli hale getirmeyi başarmış. Diziyi izlemeniz için ikinci neden ilkinden de keyifli: ‘Orange is the New Black’ten, ‘Russian Doll’dan ve bilumum yapımdan bildiğimiz Natasha Lyonne başrolde. Dizinin yaratıcısı ise sevilen film serisi ‘Knives Out’un (Bıçaklar Çekildi) senaristi ve yönetmeni Rian Johnson.
Dizinin ikinci sezonu taze yayınlandı ama ‘Poker Face’i daha önce duymadıysanız yeni sezona yetişmek için telaşa mahal yok, zira ana hikâye aynı kalsa da her bölüm birbirinden bağımsız. İlk bölümden kabaca bahsedelim, Charlie Cale’i (Natasha Lyonne) tanıyalım. Charlie insanların yalan söylediğini anlayabilme yeteneğine sahip bir kadındır ve geçmişte bu sayede poker masalarından cüzdanını doldurarak kalkmıştır.
Biz onu kaderin bir cilvesiyle lüks bir otelin kumarhanesinde çalışırken, düz bir eleman olarak tanırız. Charlie’nin özel yeteneklerinden haberdar olan patron Sterling Jr. ona bir teklifle gelir: Kodaman bir müşterilerini pokerde dolandıracaklardır ve Charlie bundan pay alacaktır. Bu patronu Adrien Brody’nin, yardımcısını da Benjamin Bratt’in oynadığını söylesek dizinin cazibesini artırmış olur muyuz?
Charlie’nin bir de aynı otelde kat hizmetlerinde çalışan arkadaşı Natalie (Dascha Polanco) vardır ki ilk bölümü daha Charlie’yi tanımadan, Natalie’yle açarız. Natalie, söz konusu kodaman müşterinin odasında hem etik dışı hem suç teşkil eden bir şey görür, bunu hemen patronu Sterling Jr.’a bildirir. Müşterileri kim olursa olsun suçu bildirmekle yükümlü olduklarını hatırlatan Sterling Jr. gerekeni yapacağını söyler. Natalie tanık olduklarından ötürü mutsuz ama gerekeni yaptığı için vicdanı hafiflemiş şekilde eve gitmektedir, ancak onu şiddet faili kocası beklemektedir. Natalie’nin ortadan kaybolmasıyla işler karışır, Charlie kolları sıvar, tüm olaylar bağlanır.
Sonu baştan bilmenin tuhaf gizemi
Bölümün sonunda Charlie kendini patronlardan kaçarken bulacaktır ve dizinin ana konusu bu kaçıştır. Ancak her bölüm, Charlie’nin bir yandan kaçmayı sürdürürken diğer yandan özel yeteneği sayesinde cinayetler çözerek hayatına devam etmesini konu alıyor. Başta söylememiz gerekeni sonda söylemiş olalım: Biz bölümlerde kimin kimi, neden öldürdüğünü biliyoruz. Ancak merakımızı Charlie’nin bunu nasıl çözeceği celbediyor. O nedenle tema izleyici için değil, Charlie için ‘katil kim’ esasında. Yalanı yakalayabiliyorsa işi kolay demeyin, izleyip görün deriz!
Natasha Lyonne’un eksantrik halleri bu hikâyeye de karaktere de çok yakışmış. Kendisini yine derbeder bir imajla izliyoruz, ama şikâyetçi değiliz zira bunu güzel taşıyor. Bu derbederliğini ‘70’lerin dedektifleri imajıyla harmanlamış, ortaya dönem işi olmadan dönem işi gibi görünen bir dizi çıkmış. Zaten dizi pek çoklarınca ‘Columbo’ya selam çakıyor. ‘Poker Face’ türün meraklılarını, keşfedilmek üzere TV+’ta bekliyor.