Yeni olanı, alışılmışın dışına çıkanı algılayıp anlaması oldukça sorunlu olabilecek bir oluşum bu kamuoyu denilen olgu. Ancak yüzyıllardan beri yaratan insanlar, dallarında yeniyi ve farklı olanı denemeye başlayanlar, bu ikna edilmesi oldukça zor olabilen kamuoyu ile bir tür bağlantı kurmak zorundalar. Benim gördüğüm, bu kamuoyunun yeni, farklı olanla karşı karşıya kaldığında genellikle son derece tutucu olabildiği ve temel içgüdüsel davranışının yeni olana daima tepki göstermek olduğuydu. Bu, yaşadığı dönemde kendi dalında yeniyi ve farklı olanı yerleştirmek ve toplumunda yeni fikre saygınlık kazandırmak isteyen sanatçılar açısından tabii ki son derece zor ve olağanüstü mücadele ve dayanıklılık gerektirebilecek bir durum olabiliyordu.
***
21. yüzyılın bu aşamasında da durum pek farklı değil. Yeniyi, değişik olanı deneyene hâlâ tepki verilebiliyor ama bir de uzun yıllar öncesini hayal etmeye çalışın. Ortalama vatandaşın beyninin yeni olana açıklığının fazla gelişmemiş olduğu ve çoğunluğun sanatın önemini bile zor kavradığı dönemlerde yeniyi, değişik olanı yaratmanın ve kamuoyu tepkisinin üstesinden gelmenin ne kadar zor olabileceğini bir düşünün.
Gördüğüm kadarıyla, tarihte medeniyetin gelişimine sanatı ile katkıda bulunanlar yani bir anlamda tarihi yazanlar, hemen her durumda kamuoyuna rağmen cesur ve taviz vermeden yolunda yürüyenlerden oluşuyor.
Schoenberg’in konserinde salondakilerin nasıl tepki verdiğini ve nasıl isyana kadar varan olaylar çıktığını duymuş olmalısınız. Schoenberg, klasik müzik dinleyicisin o zamana kadar alışmış olduğu müzik formatının ve güzellik tanımının dışına çıkan bir yöne gitmek istiyordu. Schoenberg bu tepkiyi görünce ne yaptı bilemiyorum ama eminim ki Diaghilev’in gösterdiği tepkiyi o da göstermek istemiş olmalı.
***
Diaghilev, Wagner’in Bayreuth’ta yaptığı gibi, çeşitli sanat dallarının sahnede sentezi olan türde büyük gösteriler yapmaya girişmişti. Cosima Wagner bir ara Isadora Duncan’ı da Bayreuth’a çağırıp konserlere bale boyutu da katmasını istemişti.
Diaghilev, bale, Picasso’ya tasarlattığı sahne dekorları ve Stravinsky’nin klasik müziği ile Paris’te gösteri alanında büyük bir yenilik yapıyordu.
29 Mayıs 1913’te, Stravinsky’nin konusu alışılmışın hayli dışında olan ve müzikte birçok yeniliği denediği “L’Apres-midi d’un Faune”un sahnelendiği gece, perde açıldığında seyirci yine ıslık çalmaya ve protesto için bağırmaya başladı. Salonda gürültü o kadar fazlaydı ki müzik bile duyulamaz olmuştu. Diaghilev seyirciye, “Önce dinleyin de sonra protesto edin,” diye bağırdıysa da sesini duyuramadı.
****
Geçmişe baktığımızda, yaratıcı insanlar sadece kamuoyundan gelen tepkilerle değil yakın çevrelerinden gelebilen olumsuz tavırlarla da uğraşmak zorunda kalabiliyorlardı.
Örneğin 1931 yılında, kardeşi Stanislaus, James Joyce’a yazdığı mektupta, “Hazırlığını sürdürdüğün çalışmada ne anlattığını, ne yazdığını anlayamıyorum. Çoğu da bana anlamsız geliyor. Bu sarhoş kelimelerin anlamı nedir?” demişti.
En yakınından gelen bu tepkinin, kamuoyunun önüne tamamen farklı ve alışılmışın dışında olan yeni bir yazı türüyle çıkmaya hazırlanan James Joyce açısından hiç de hoş olmadığına eminim. Ama yaratıcı olabilenler, bu tür tepkileri umursamadan yollarına devam edebildiklerinden sonunda “büyük” olabiliyorlar.
Tabii bu aşamada, konuyla ilgili olarak kamuoyu tepkisinin yanı sıra her dönemde etkileri fazla olabilen eleştirmenler faktörünü de düşünmeliyiz.
Eleştirmenler, hemen her dönemde genelde kamuoyunun duygularına hitap etmek zorunda olduklarından, sonuç itibarıyla birçoğu yaratıcı insanlara engel çıkaran bir rol oynamıştır.
Bunun en net örneğini Picasso’nun yaşadıklarında görebiliriz. Picasso hâkim resim ideolojisini yıkan ve resimde büyük devrim başlatan eserleri ile ortaya çıktığında, döneminde etkili olan eleştirmenlerin çoğunluğu bu yeni eserlere yönelik gerçekten çok acımasızca saldırmışlardı.
Renoir da, -daha sonra bir ulusal hazine sayılmaya başlandığı Fransa’da- ilk başta eleştirmenler tarafından hiçbir resimi satılamayacak ressam olarak ilan edilmişti, Joan Miró ilk sergisini düzenlediğinde halk o kadar tepkiliydi ki, eserlerinden bazılarını tahrip etmişlerdi.
Belki Picasso’nun tavrı yaratıcıların kamuoyu ve eleştirmenler hakkında ne yapmaları gerektiği yolunda bir ipucu sağlayabilir. Picasso özel yaşamında öylesine berbat, birlikte yaşanılması öyle zor bir karakterdi ki, egosu öyle yüksek bir egoistti ki ve insanları o kadar küçük görüyordu ki hiçbir eleştirinin ve tepkinin kendisine dokunmasına izin vermedi. Belki de sadece bu yüzden uzun yaşamı sona erdiğinde tarihin en zengin sanatçılarından bir tanesiydi.
Gerçekten Amerikan olan bir klasik müzik yaratmaya girişen Charles Ives da, Picasso kadar olmasa da ciddi bir egoist ve fazla insan sevmeyen bir sanatçıydı. Bu yüzden, onun da kamuoyuna rağmen başarılı olabildiğini söylemek mümkün.
Acaba tarih içinde dehanın tanımını oluşturmuş beyinlerin başarıyı bulabilmelerinin önemli bir koşulu kamuoyuna pek aldırmamak olabilir mi? Evet, insanlara pek sempatik gelmese de bunu söyleyebilmek bana mümkün geliyor.
***
Bu kamuoyunun yeniliğe tepkili tavrı ve eleştirmenin popülist tavrı tarafından bir kısırdöngüye çevrilen koşulların değişmesi için New York Times gibi gazetelerin yapmış olduğu devrimin de önemini görmeliyiz. Bu gazete, hemen her sanat dalında gerekirse kamuoyunun beklentilerine de ters düşmekten korkmayan ve yazdığı dalda bilgi ve birikimi olan eleştirmenleri kullanarak tarih içinde yaratıcı dehalara yardımcı olmuştur.
Örneğin, balede Isadora Duncan’ın bir devamı olarak kabul edebileceğimiz Martha Graham, New York’ta neredeyse anti-bale denilebilecek bir dans türünü yaratmaya başlamışken ve kamuoyu ona da tepki gösterirken (burada Isadora Duncan ilk kez çıplak ayakla dans ettiğinde aynı tepkiyi gösteren seyirciden bahsediyoruz) New York Times gerçekten aydınlık bir tavırla 1927 yılında ilk dans eleştirmeni olarak John Martin’i atadı. John Martin daha sonra tüm yeniliklerin teorisyeni ve felsefecisi olarak yazılar yazdı ve New York’ta başta dans olmak üzere bütün sanatların gelişmesine katkıda bulundu.