Richard Linklater’ın yönettiği ‘Yeni Dalga / Nouvelle Vague’ tam anlamıyla bir festival filmi. Fransızca olarak siyah beyaz çekilen Altın Palmiye yarışındaki film Jean-Luc Godard’ın 1960 yapımı ‘Serseri Aşıklar / Breathless) filminin nasıl yapıldığını anlatan, belgesel tadında bir yapım. Ancak aynı zamanda Yeni Dalga akımına da bir saygı duruşu niteliğinde.
‘Serseri Aşıklar’ sinema tarihinde önemli bir yere sahip olan bir film. Godard Yeni Dalga’yı yaratan ünlü sinema dergisi Cahiers du Cinema’nın yazarlarından biri. Eleştirmen olarak çok farklı düşünceler üretiyor. Ona göre bir filmin başı, ortası ve sonu olmalı, ancak sıralamanın böyle olması gerekli değil. İlk filmini çekmeye karar verdiğinde de dergideki tüm arkadaşlarının yardımını alıyor.
Fransız sinemasının yıldızları bir arada
Filmde Jean-Luc Godard, Jean-Paul Belmondo, Jean Seberg, François Truffaut, Agnes Varda, Jean Pierre Melville ve Eric Rohmer gibi Fransız sinemasının 1960’lardaki önemli filmlerinde boy göstermiş birçok isim var. Önce filmin çekim öncesi hazırlıklarını, sonra da 20 gün süren çekimleri sıralı olarak izliyoruz. Özellikle bu bölümde Godard’ın nasıl çalıştığını izlemek çok ilginç. Senaryoyu sette yazıyor. Aklına bir şey gelmezse o gün çekim yapmıyor. Bazı günler iki saatlik çekimden sonra ‘paydos’ diyor. Doğal olarak yapımcı ile boğaz boğaza geliyor. O zaman ünlü bir yıldız olan Jean Seberg sürekli ‘Film bitse de gitsem’ arzusunda.
Sinema dünyasında çalışanlar ve sinemaseverler için mutlaka izlenmesi gereken ‘Yeni Dalga’, festivaldeki gösteriminde çok beğenildi ve sona erdiğinde salonda yoğun bir alkış ile karşılandı. Aynı ilgiyi ticari sinemalarda görebilir mi, emin değilim, ancak bu film sayesinde ‘Serseri Aşıklar’ın yeniden gündeme geleceği ve gösterime gireceği kesin.
Amerikan taşrasında anlamsız şiddet: Eddington
Altın Palmiye yarışındaki bir diğer film olan Ari Aster’in yönettiği ‘Eddington’ kadrosundaki Joaquin Phoenix, Pedro Pascal ve Emma Stone gibi isimlerle göz kamaştırıcı bir yapım gibi gözükse de yeni hiçbir şey söylemeyen ve aşırı şiddet içeren bir film.
Mekan New Mexico eyaletinin (gerçekte var olmayan) Eddington adlı kasabası. 2020 yılının mayıs ayı, pandemi yavaş yavaş yayılıyor ve maske takma zorunluluğu var. Kasabanın havalı şerifi maskeyi gereksiz görüyor, takmayan kişileri uyaran insanlara da kafa tutuyor.
Aslında kendine göre haklı, çünkü astım hastası olduğu için maskeyi takınca rahat nefes alamıyor. Bu konuda belediye başkanı ile aralarında bir tartışma çıkıyor. Pandemi korkusu insani ilişkilere de etki etmiş durumda ve sürekli gerginlik yaşanıyor.
Ne bu şiddet ne bu silah merakı
Amerikan taşrasında insanların şiddete yatkın ve silah kullanmaya meraklı olduklarını, komplo teorilerine çok çabuk inandıklarını, gerçek ile yalan haberi ayırma konusunda çok yetenekli olmadıklarını birçok filmden biliyoruz. Cep telefonlarından yayılan mesajlar ve görüntüler de en az silahlar kadar öldürücü etkiye sahip. Bir kibritin çakması bütün kasabayı yakabilir.
Şerif yaklaşan seçimlerde belediye başkanlığına aday olmaya karar veriyor. Eşinin, bir genç kızken, halen görev yapan belediye başkanı ile bir ilişki yaşamış ve hamile kalmış olmasını hiçbir zaman hazmedememiş olması, bu kararı vermesinde önemli bir rol oynuyor. Şerif ofisini seçim bürosuna dönüştürüyor. Makam arabasını da kendi reklamları ile süslüyor. (Demek ABD’de böyle şeyler mümkünmüş diye düşünüyor insan.)
Olaylar George Floyd adlı siyahın bir beyaz polis tarafında boğazı sıkılarak öldürülmesinden hemen sonra geçtiği için ‘Siyah Yaşamlar Önemlidir’ hareketi çok etkin ve bu küçük kasaba bir barut fıçısına dönüşmek üzere. Filmin sonunda neler olduğunu tahmin edebilirsiniz: Kan gövdeyi götürüyor. Midesi sağlam izleyiciler ve şiddeti sevenlerden başka kimseye tavsiye edilemez.