Netflix’in You dizisini izleyenler bilir: Joe Goldberg âşık olur… ama öyle böyle değil. Sevdiği kadının sadece ruhunu değil, adres defterini, çöp kutusunu, geçmiş ilişkilerini ve hatta nefes alış ritmini bile ezberler. Sonra ne mi olur? Kıskanır, takıntı yapar, stalklar… ve gerekirse öldürür. Çünkü aşk, fedakârlık ister.(!)
You, kadınları takip edip öldüren ama seksi olan bir seri katilin, dizide bir tür “baş kahramana” dönüştürüldüğü; inandırıcılıktan uzak, parmak izi bırakmayan cinayetler ve katilin iç sesi ile bezeli bir yapım. Joe her sezonda yeni bir kadına âşık olup, onu gizlice takip edip, zamanla aşkın kafasında yarattığı romantik imgelerle pek örtüşmediğini fark edip, sonunda onu öldürmeye “mecbur” kalıyor.
En temel sorun şu: Joe hem kahraman hem kötü adam.Ve son sezonda dizinin kendisi bile onun hangisi olduğuna karar verememiş gibi. Finalde bile hâlâ şu mesaj veriliyor:
“Ama sevdi seni… çok derinden.”
Kusura bakma Joe, Freud bile seni savunmazdı!
You dizisi, aşk kisvesi altında kıskançlık, mülkiyet, kontrol ve psikolojik şiddeti “romantik ambalaja” sarıyor. Şimdi durup düşünelim: Bu gerçekten aşk mı? Yoksa aşk yanılgısının karanlık bir yansıması mı?
Bazı ilişkilerde “seni seviyorum” demek yetmez…
Ona kim baktıysa Instagram’dan engelle…
Kim beğendiyse story’yi, adresini öğren…
Gerekirse birkaç cesetle “aşkımı ispatladım” de!
Yine de You dizisi kahramanı öyle formüle ediyor ki, izleyince insanın içinden “bu adam deli ama romantik galiba” demek geliyor. Oysa Joe Goldberg sadece bir karakter değil, maalesef birçok toksik ilişkinin Instagram filtresiz hali.
Toksik ilişkilerin en favori yalanı şudur:
“Ben sadece çok sevdiğim için kıskanıyorum.”
Çok sevdiği için telefon şifresini istiyor.
Çok sevdiği için arkadaşlarını kıskanıyor.
Çok sevdiği için seni eve kapatıyor…
Ve belki çok çok sevdiği için… seni ortadan kaldırıyor!
You dizisinde aşk, takip etme (hem sosyal medyada hem fiziksel olarak), manipülasyon ve gerektiğinde cinayetle “kanıtlanan” bir duyguya dönüşüyor. Halbuki ilişkiyi “aşırı tutku” diyerek meşrulaştırmak, aslında kırmızı bayrakları kalp emojosuyla süslemek gibi bir şey. You dizisi bize hastalıklı romantizmin en uç noktalarını gösteriyor. Joe’nun “seni koruyorum” bahanesiyle işlediği cinayetler, aslında günümüzde ilişkilerde sıkça gördüğümüz duygusal mülkiyet probleminin dramatize edilmiş hali.
Aşk, kontrol değildir. Aşk, GPS takibiyle, telefon şifresi istemekle ya da sosyal medya beğenilerini sorgulamakla gelişmez.Ama maalesef dizilerde “beni o kadar çok sevdi ki kıskançlıktan deliye döndü” gibi cümleler hâlâ romantik bir alkış alıyor. Oysa bu, sevgi değil, şiddetin flörtöz kamuflajı.
“You” bize diyor ki: “Seni seviyorum” ile “Sana takıntılıyım” arasındaki farkı göremiyorsan, aşk sandığın şey aslında suç olabilir.Peki ya biz ne diyoruz?Sosyal medyada romantize ettiğimiz her “deli gibi sevme” hikâyesinde, aslında birinin özgürlüğünü yavaş yavaş gömüyor olabilir miyiz?
Unutmayalım: Gerçek aşk, kişinin özgürce kalmak istediği bir alanda yeşerir. Takipte değil, birlikte yürüyen iki adımda…
O yüzden soruyorum:
Aşk, ispat ister mi?
Evet. Ama o ispat: Güvenle, saygıyla, sınır tanımakla olur.Yoksa “seni öyle çok sevdim ki kıyamadım… öldürdüm” repliği, ancak senaryoda güzel durur—gerçek hayatta ise tutanak olur.
Kısacası Joe’nun yaptığı aşk değil, adli vaka.
Oysa biri “seni seviyorum” dediğinde, insanın aklına morg değil, birlikte yaşlanmak gelmeli. “Sevgi emektir” dedik, emniyete kadar yolu var demedik!