Hakimler Savcılar Kurulu’nun ne kadar önemli bir kurum olduğunu anlatmaya gerek var mı?
Türkiye’deki bütün hakim ve savcıların göreve başlama, atama ve terfileri bu kurum tarafından yapılıyor. Aynı şekilde, kurum hakim ve savcılarla ilgili her türlü soruşturmayı da yürütüyor.
Türk yargı sisteminin kalbi burası. Burayı kontrol eden yargıyı da kontrol ediyor.
Öyle olduğu için de ben bildim bileli bu kurum siyasetin tartışma alanıdır.
1961 Anayasasıyla oluşturulan bu kurum için modern ve iyi niyetli bir yöntem geliştirilmişti: O zamanlar adı Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu olan kuruma üyeler yargının kendi içinde yaptığı seçimlerle geliyordu.
Sonra bu yöntem 1971’deki Anayasa değişikliğiyle değiştirildi, atama sistemi benimsendi. O zaman da “Hükümetin yargısı” tartışması başladı. 7 üyeli HSYK’da zaten Adalet Bakanı ve müsteşarı doğal üye olarak 2 kişiydi. Yanlarına iki kişi daha çektiklerinde 4-3’lük çoğunluk oluşturuyor, istedikleri kararları alabiliyorlardı.
Bu usul 2010’daki meşhur Anayasa değişikliği sırasında referandumla yeniden değiştirildi, bir kez daha seçim yöntemine dönüldü. Ama bu kez seçim iyi tasarlanmamıştı, birden bire gördük ki yargı içinde bir “FETÖ Partisi” var ve bu parti seçimi sildi süpürdü, o kadar ki hükümete bile üyelik düşmedi.
Bu sefer 2017’de usulü yeniden değiştirdik. 13 üyeli kurulda Adalet Bakanı ve Müsteşarı yine duruyor. 4 üyeyi Cumhurbaşkanı doğrudan seçiyor. 3 üye Yargıtay’dan, 1 üye Danıştay’dan geliyor. Kalan son 3 üyeyi ise Meclis belirliyor.
Görüyorsunuz Cumhurbaşkanı kurulun 6 üyesini doğrudan kendisi atıyor zaten. Dolayısıyla yürütme erki HSK’ya zaten büyük ölçüde hakim. Yargıtay ve Danıştay’dan gelen üyeler siyasi görüşleriyle öne çıkmasalar dahi o seviyede uzlaşmalar şart. Hele son üç üye, Meclis’ten doğrudan siyasi otorite tarafından seçiliyor.
Yani zaten bir hayli eşitsiz, adaletsiz ve yargıyı yürütmenin emrine sokan bir sistem var.
Ama anlaşılan iktidar blokuna bu sistem bile yetmiyor. Bu hafta Meclis’te o üç üye için seçim vardı.
Anayasa, Meclis’in belirleyeceği isimlerin belli bir uzlaşmayla seçilmesi için bir yöntem geliştirmiş. Buna göre Komisyon, genel kurulun onayına sunulmak için her bir koltuk için üç aday belirliyor; yani 3 kişi için 9 aday belirleniyor. Bu adaylar komisyonda sözde bir uzlaşmayla, üçte iki nitelikli oyla belirleniyor.
Sonra genel kuruldaki oylamada da bu adaylardan seçilmeleri için üçte iki oy almaları bekleniyor. Eğer ilk turda üçte iki bulunamazsa bu kez nitelikli oy miktarı düşürülüyor, beşte üç oluyor. İkinci turda da hiçbir aday beşte üç oy alamazsa bu kez Anayasaya göre en çok oyu alan iki aday arasında kura çekiliyor.
Geçen hafta genel kurul ilk turda üçte ikiyi bulamadı. İkinci turda da beşte üçü bulamadı.
Anayasa yoruma izin vermeyecek kadar açık, kura çekilmesi gerekirdi. Ama hayır, Meclis Başkanı tuttu Anayasada yazmayan bir üçüncü tur oylama yaptırdı ve salt çoğunlukla HSK’ya üye seçti. Ve bu seçimler resmi Gazetede’de yayınlandı.
Kağıt üzerinde baktığınızda, Türkiye’de Anayasa’nın bir numaralı sahibi yasama organı, yani Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Çünkü Anayasayı yeniden yazma, maddelerini değiştirme yetkisi sadece TBMM’ye aittir. Dolayısıyla TBMM’nin Anayasaya başka kimsenin göstermediği kadar özen göstermesi, onu koruması gerekir. Çünkü aynı TBMM’nin meşruiyetinin hukuki kaynağı da o Anayasadır.
Ama Meclis Anayasaya açıkça, tartışılamayacak kadar ayan beyan biçimde aykırı hareket etti, anayasanın yazmadığı, öngörmediği, hatta bir anlamda yasakladığı yöntemi uygulayıp HSK’ya üye tam sayısının salt çoğunluğuyla, yani iktidar blokunun oylarıyla üye seçti.
Normal şartlarda yer yerinden oynamalıydı bu denli kritik bir konuda bu denli açık seçik bir anayasaya aykırılık yaşandığı için.
Ama galiba artık medyamızın Meclis muhabiri falan da kalmadığı için yaprak kıpırdamadı, ben mesela olan biteni iki gün sonra öğrendim.
Vahim şeyler yaşanan ve giderek kuralsız bir kabile devleti olmaya yönelen bir ülkede yaşıyoruz.
Yazık değil mi 150 yıllık Anayasa deneyimine, bunca yıllık kör topal hukuk devleti tecrübesine…