Bizde Boğaziçi, Amerika’da Harvard: Neden?
23 Mayıs 2025

İsrailli antropolog ve Sapiens başta popüler kitapların yazarı Yuval Noah Harari’nin çok meşhur bir söyleşisi var, videosunu dört bir yanda bulabilirsiniz. Harari orada son derece basit bir şeyi anlatıyor:

Demokrasi denen rejim insanlar arasında güvene dayanır. Otoriter rejim isteyenlerin, diktatör olmak isteyenlerin ilk yaptığı şey bu güveni yok etmek için çalışmaktır. Demokrasiyi var eden güvenin üç önemli ayağı var: 1. Kurumlara güven; 2. Üniversiteye ve bilime güven; 3. Gerçeğin bir tane olduğuna duyulan güven.

Amerikan Başkanı Donald Trump, bizim kendi ülkemizde yakından bildiğimiz, hepsini baştan sona yaşadığımız bir oyun planıyla hareket ediyor. Amerikan devlet kurumlarına güveni yok ediyor, hem de sistematik biçimde. Amerikan üniversitesini kendisinin önünde diz çökmeye zorluyor. Gerçeği bulanıklaştırmak için medyaya saldırıyor.

Türkiye’de Ak Parti rejiminin 20 yıl önce düşmanları vardı, bugün de var. Bu düşman Türkiye’nin “Beyaz Türkleri” veya elitleriydi. Hepimiz onların başına neler geldiğini, nasıl bugün dahil aşağılanmaya devam edildiklerini gayet iyi biliyoruz.

‘İç düşman’ sadece bu elit, okumuş yazmış, dünyayı tanıyan kesimlerden oluşmuyordu. Devlet kurumları da bu ötekileştirmeden nasiplerini aldı.

Medyayı söylememe gerek yok. Türkiye’de bu endüstri tamamen yok edildi, artık bağımsızca kâr eden, kendi ayakları üzerinde duran ve dolayısıyla ifade özgürlüğünü kullanan bir medyadan söz edemeyiz ülkemizde. Bu endüstrinin yok edilmesi, gerçeğin ortaya çıkarılması için gereken muhabirlerin, gazetecilerin istihdamını imkansızlaştırdı.

Bu durumun en basit sonucunu dün yaşadık: Saatler boyunca iş insanı İnan Kıraç’ın durumuyla ilgili basit gerçek ortaya çıkarılamadı, kamuoyunda onlarca farklı spekülasyon yapılabildi.

Böyle olur işte medya olmayınca: Çok basit bir gerçek bile bulanıklaşır, manipülatif şeylere açık hale gelir.

Tabii bir de üniversite meselesi var.

Bakın Donald Trump Amerika’da Harvard başta olmak üzere ülkesinin en saygın bilim kurumlarına saldırıyor. Neden?

Çünkü onları “iç düşman” olarak kendi taraftarlarının önüne atmak istiyor. “Elit”leri nefret objesi ve “öteki” olarak kalabalıkların lincine tabi tutmak istiyor.

Kendisi halkı için çalışıyor ama bu “elit”ler ve onların “en elit kurumu” halkın üzerinde tahakküm kurmak istiyor. Anlattığı öykü bu.

Türkiye’de de bu konuda Boğaziçi Üniversitesi’nin seçilmesi hiç tesadüf değil. Aynı elit ve ‘Beyaz Türk’ nefreti ile popülizm yapılıyor.

Bir bilim kurumu bilim kurumu olmaktan çıkarılmak, diz çökertilmek isteniyor.

Bugün ülkemizde şunu görüyoruz: İktidarın bir tane önceliği var, ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmaya devam edebilmek.

Aynı şey Trump için de geçerli: Ülkesine hizmet etmekten önce iktidarını sürdürmeye odaklanıyor, her icraatını bu öncelikle yapıyor, kısa vadeli, gündelik kazanımlara dayalı.

Harvard yüzyıllar içinde bugünkü konumuna ve prestijine gelmiş bir bilim kurumu, onu birkaç ayda batacak duruma getirebilir Trump, çünkü bunu başarırsa popülizmini ilerleteceğini, ‘elit’leri toplum dışına iyice itebileceğini düşünüyor.

Boşuna demiyorum, biz küçük Amerika olacaktık, onlar büyük Türkiye oldular.

ÇOK OKUNANLAR