“Geçmişin Duvarlara Yazıldığı Ev”
24 Mayıs 2025

Çocuklarımıza hangi yanlarımızı aktaracağımızı ya da anne babamızdan hangi parçaları alacağımızı kontrol edemeyiz.”

Alison Willmore, Vulture

Yazılanlara göre, Norveçli yönetmen Joachim Trier’in 2025 Cannes Film Festivali’nde 13 dakika ayakta alkışlanan filmi “Sentimental Value”, yalnızca bir ‘baba-kız ilişkisini’ anlatmakla kalmıyor. 

Aynı zamanda “sanat, hafıza ve aile bağları arasındaki karmaşık düğümleri büyük bir zarafetle” çözüyor. 

Eskil Vogt ile birlikte yazdığı bu film, Trier’in önceki işlerinde olduğu gibi “zamanla, bellekle ve kimlikle” derinlikli bir oyun oynuyor. 

Filmin merkezinde, Norveçli bir oyuncu olan Nora (Renate Reinsve) ile, uzun yıllar önce ailesini terk etmiş yönetmen babası Gustav (Stellan Skarsgård) var.

Gustav, yıllar sonra çekeceği ilk filminde başrolü kızı için yazmış olsa da bu jest, “bir barış çağrısından çok kişisel bir anlatı inşası” gibi deniyor.

Nora’nın içsel çatışmaları ve geçmiş kırgınlıkları bu teklifle gün yüzüne çıkıyor.

Bu noktada film, sanat ve aile arasındaki çizgiyi sorguluyor: 

Bir yönetmen, affedilmek için bir film yazabilir mi? 

Ya da, bir oyuncu sahnede babasını oynamayı reddederek kendi hayatının senaristi olabilir mi?

Zamanın Parçalı Akışı

Trier’in ‘alametifarikası’ hâline gelen “zamanla oynamalı anlatım”, bu filmde de seyircinin karşısına çıkıyormuş. 

Hızlı montajlarla yapılan geri dönüşler, evin içinde yankılanan sesler, geçmişte yaşanmış anların bugünle iç içe geçmesi… 

Tümü, “yalnızca sinema diliyle aktarılabilecek bir içsel tarih inşasına” dönüşüyor diye yazılmış.

Willmore’, “Bu yapı Fransız Yeni Dalgası’nı andırıyor” diye yazmış:

Trier bunu kendi anlatısal DNA’sına işlemiş. Film, bir aile tarihini düz bir çizgide anlatmak yerine, kırık bir aynanın parçalarından yansıyan anlarla kuruyor.”

Mekân Olarak Ev

Filmin galiba en güçlü metaforu, çocukluk evi. 

Kuşaklar boyunca yaşanmışlık taşıyan bu yapı, yalnızca bir mekân değil, kolektif bir hafıza nesnesi. 

Duvarlardaki çatlaklar, kapılardaki boy işaretleri, eski bir sobadan gelen sesler: hepsi geçmişin bugüne fısıltıları. 

Gustav’ın filminde bu evde annesinin intiharını canlandırmak istemesi, “hem geçmişle hesaplaşma hem de sanat yoluyla kişisel bir affetme arzusu olarak okunabilir”, deniyor bir yazıda.

Renate Reinsve, mimikleri ve göz hareketleriyle bile Nora’nın bastırılmış öfkesini, kırılganlığını ve özlemini izleyiciye geçiriyor. 

Skarsgård ise yaşlı bir sanatçının pişmanlık, kibir ve sevgi dolu inadı arasında gidip gelen performansıyla etkileyici. 

Aralarındaki diyaloglar, özellikle bir akşam yemeği sahnesinde, yalnızca bir çatışmayı değil, bir dansı andırıyor.” 

Ortaya çıkan şey, bir bağırış değil, bir yankı olarak özetlenmiş. 

“Kendini tanımaya çalışan iki yalnız sesin birbirinde duyduğu yankı.”

Sonuç: “Hafızanın Sinemadaki Karşılığı” tanımı uygun görülen bu film, seyredenleri imrendiklerimin en başında. 

Öbürünü de yazmaya çalışacağım. 

Sentimental Value’nın, geçmişin yalnızca hatırlanmadığını, aynı zamanda bugünü şekillendirdiğini incelikle gösteren bir film olduğunu hissettiğim için merak ediyorum. 

Trier’in filminin; “affetmenin, anlamanın ve kayıplarla yaşamayı öğrenmenin yalnızca sözle değil, imgelerle, sessizlikle ve zamanla mümkün olabileceğini sinema sanatıyla ispatladığı, eğer geçmiş gerçekten bir evse, ‘Sentimental Value’ o evin duvarlarını hem çatlatıyor, hem onarıyor” diye yazıldığı için.

*

-The Film Comment Podcast: “Cannes” Film Comment

-Independent Türkçe, “Deadline, Variety” Derleyen: Nazlı Erdol

-“The Sublime Sentimental Value Is the Toast of This Year’s Cannes Film Festival” Alison Willmore – Vulture 

ÇOK OKUNANLAR