Son yıllarda dünya genelinde siyasal liderlikte önemli bir dönüşüm yaşanıyor. Eskiden siyasi liderler deneyim, kurum bilgisi, diplomasi becerisi ve istikrar temelinde yükselirken, günümüzde daha çok sert, iddialı, sıra dışı, hatta “çılgın” olarak tanımlanabilecek liderlerin iktidara geldiğini görüyoruz.
Bu liderler genellikle alışılmış kalıplara sığmayan, kendilerini sistem dışından gösteren, halkla doğrudan ilişki kuran ve çoğu zaman kurumları baypas eden bir anlayışı benimsiyorlar. Kimine göre bu liderler, halkın içinden çıkmış, cesur ve samimi figürlerdir. Kimine göre ise toplumu kutuplaştıran, demokratik değerleri zedeleyen, keyfi ve popülist yöneticilerdir.
Peki, bu liderlerin yükselişi ne anlama geliyor? Gerçekten bu tür liderler geleceği yazabilir mi? Yoksa kısa vadeli heyecanlar uzun vadede büyük yıkımlara mı yol açıyor? En önemlisi de şu: Biz nasıl liderlere ihtiyaç duyuyoruz? Bugünün ve yarının dünyasında liderlik anlayışımız nasıl şekillenmeli?
Bu sorular sadece siyaset biliminin değil, sosyolojinin, iletişimin, psikolojinin ve hatta ekonominin de temel tartışma başlıklarından biri haline geldi.
Çılgın Lider Ne Demek?
“Çılgın lider” ifadesi, günlük dilde genellikle alışılagelmişin dışında davranan, sivri çıkışlar yapan, kamuoyunu şaşırtan, gündemi sarsan liderler için kullanılır. Bu tür liderler bazen hakikaten halkın beklentilerini karşılayan bir cesareti temsil ederken, bazen de sorumsuz ve yıkıcı davranış biçimlerini meşrulaştıran bir söylem üretirler. “Çılgınlık”, burada sadece psikolojik bir anomali değil; aynı zamanda alışılmış kurallara, siyasi protokollere, etik normlara ve yönetişim sistemine karşı duyulan bir meydan okumadır.
Bu liderlerin en büyük ortak noktalarından biri, sistem dışı görünmeleri ve geniş halk kesimlerine kendilerini “bizden biri” olarak sunabilmeleridir. Geleneksel siyasi partilerden gelen liderler yerine televizyon yıldızları, iş insanları, popülist gazeteciler ya da askeri figürler toplumun önüne lider olarak çıkıyor.
Neden Bu Tür Liderler Tercih Ediliyor?
Bu sorunun birkaç temel cevabı var.
İlk olarak, toplumlarda artan güvensizlik ve kurumların çözüm üretmedeki yetersizliği, halkı daha “sert” ve “kararlı” liderler arayışına itiyor. Meclisler karar alamaz hale geldiğinde, yargı tarafsızlığını kaybettiğinde, medya güvenilirliğini yitirdiğinde insanlar doğrudan çözüm getireceğine inandıkları kişilere yöneliyor. Bu kişiler de çoğunlukla alışılmış siyasetçilerin dışındaki figürler oluyor.
İkincisi, küresel çapta yaşanan krizlerin (ekonomik dalgalanmalar, pandemi, göç, savaş, iklim felaketleri) yarattığı kaygı ortamı, toplumu güvenlik ve istikrar arayışına sürüklüyor. Güvenli bir liman arayan kitleler, karmaşık sorunlara basit çözümler vaat eden, “ben yaparım” diyen liderlere sığınıyor. Bu liderler genellikle rasyonel değil ama etkileyici konuşuyorlar. Bilimsel değil ama güçlü bir anlatı kuruyorlar. Ve duygulara hitap ettikleri için seçmenle bağ kurabiliyorlar.
Üçüncüsü, iletişim teknolojileri ve sosyal medyanın etkisiyle siyaset artık içerikten çok biçim üzerinden yürütülüyor. Algılar gerçeğin önüne geçiyor. En çok konuşulan, en çok tartışılan, en çok paylaşılan kişi gündemi belirliyor. Bu bağlamda, kontrollü ve sakin liderler arka planda kalırken, agresif ve sürprizlerle dolu liderler ön plana çıkıyor.
Dünya’dan Örnekler
Amerika Birleşik Devletleri’nde Donald Trump, klasik Cumhuriyetçi çizginin çok dışında bir karakter olarak öne çıktı. Medya patronuydu, televizyon yıldızıydı, politik doğruculuğa savaş açmıştı. “Amerika’yı yeniden büyük yapacağız” sloganıyla seçmeni etkiledi. Kimi seçmen onu cesur ve sistemi sarsan biri olarak görse de, görev süresi sonunda Kongre binasının basılması gibi travmatik olaylarla demokrasi tarihine kara bir leke bırakmış oldu.
Brezilya’da Jair Bolsonaro, açık sözlü, anti-elit söylemlerle öne çıktı. Pandemi dönemindeki sorumsuz tavırları, çevre politikaları ve Amazon Ormanları’ndaki yıkıcı kararlarıyla çokça eleştirildi. Ama bir kesim onu “sert adam” olarak bağrına bastı.
El Salvador’da Nayib Bukele, genç ve teknoloji dostu bir imajla seçildi. Bitcoin’i resmî para birimi yaptı, çetelerle mücadelede sert yöntemler kullandı. Suç oranı azalsa da, demokratik özgürlükler ve hukukun üstünlüğü açısından ciddi soru işaretleri oluştu.
Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan, siyasal kariyerine reformist söylemlerle başlasa da, özellikle son on yılda “tek adam” yönetimi modeline yöneldi. Güçlü liderlik ile otoriterlik arasındaki çizgi zaman zaman belirsizleşti. Kimi onu halkın sesi olarak gördü, kimi ise kurumları zayıflatan bir yönetim anlayışını eleştirdi.
Arjantin’de son dönemde seçilen Javier Milei ise ekonomi profesörü ama aynı zamanda radikal söylemleriyle biliniyor. Merkez Bankası’nı kapatmayı vaat etti, dolarizasyon politikası önerdi. Sahneye elinde motorlu testereyle çıkıyor, “Bu sistemi yıkacağız” diyerek gençleri coşturuyor.
Bu Liderlerin Bedeli
Bu liderler kısa vadede heyecan yaratıyor, umut aşılıyor ve sistemi harekete geçiriyor gibi görünse de, uzun vadede ciddi riskler barındırıyor.
En büyük sorun, kurumsal erozyon. Kararlar tek merkezde toplanıyor. Yasama ve yargı zayıflıyor. Medya baskı altına alınıyor. Böylece denge-denetleme mekanizmaları çalışmaz hale geliyor.
İkinci büyük sorun ise toplumsal kutuplaşma. Çılgın liderler genellikle “biz ve onlar” ayrımı yaparak siyaset yürütüyor. Bu da toplumu keskin biçimde bölen, farklı düşünenleri düşmanlaştıran bir ortam yaratıyor.
Üçüncü olarak, bu tür liderler dış dünyada güven kaybına neden olabiliyor. Ekonomik istikrar bozuluyor, yatırımcılar çekiliyor, diplomatik ilişkiler sarsılıyor.
Peki Bize Ne Tür Liderler Lazım?
Bize öncelikle aklı başında, duygularla değil verilerle hareket eden, empati kurabilen, şeffaf, dürüst ve hesap verebilir liderler gerekiyor.
Bize kurumların kıymetini bilen, onları kişisel güç için değil toplumsal fayda için kullanan liderler gerekiyor.
Bize her şeyin cevabını bildiğini iddia eden değil, doğru soruları soran; halkı arkasına alarak değil, halkla birlikte yürüyen liderler gerekiyor.
Bize ilham veren ama aynı zamanda uzlaştıran, toplumun birliğini bozmayan, farklı görüşleri kucaklayabilen liderler gerekiyor.
Ve en önemlisi, bize sadece “liderlik” değil, liderliğin kolektif bir bilinçle paylaşıldığı bir yönetim anlayışı gerekiyor.
Sonuç: Geleceği Kim Kuracak?
Geleceği sadece liderler değil, onları seçen toplumlar kuracak. Toplumun talepleri, beklentileri, duruşu ve bilinç düzeyi liderlerin niteliğini belirleyecek. Eğer toplum aklı, bilimi, adaleti ve vicdanı önceler, buna göre tercihler yaparsa; liderlik anlayışı da buna göre evrilecektir.
Ama toplum öfkeyi, korkuyu, kısa vadeli kazançları ve kişisel menfaatleri öne çıkarırsa, “çılgın liderler” daha da çoğalacak, kurumlar zayıflayacak ve demokrasiler kırılganlaşacaktır.
Bu yüzden, liderler kadar seçmenler de sorumludur. Liderleri yalnızca “karizma” ile değil, değerleriyle, ilkeleriyle ve eylemleriyle değerlendirmek gerekir. Ancak o zaman, geleceği yalnızca “çılgınlar” değil, aklıselimle inşa eden, toplumu ileri taşıyan gerçek liderler yazabilir.