Bir zamanlar bu topraklarda Orta Asya bozkırlarından kopup gelmiş, dolu dizgin at koşturan Akıncılar vardı. Surları aşan Fatihler, Anadolu’yu ebedî vatan kılan Alparslanlar, bağımsızlık için ayağa kalkan Kuvvacılar…
Evet, hepsi bizdik. Hepsi bizim tarihimizdi.
Ama artık durmaksızın geçmişle övünmenin değil, bugünün ve yaşadığımız toprakların hakkını vermenin zamanıdır.
Bugün hâlâ 1071 Malazgirt’i, 1453 İstanbul’un fethini, 1922 İzmir’in kurtuluşunu anıyoruz. Tabii ki tarihe geçmiş bu kilometre taşlarıni hatirlayalim, unutmayalım ama bu sembolik anışların ötesine geçemiyorsak, törenlerde nutuk atarken öz yurdumuzun halihazirda devam etmekte olan talanına sessiz kalıyorsak, bir şeyleri yanlış yapıyoruz demektir.
Çünkü…
Artık ne Roma, ne Pers, ne Bizans, ne Yunan, ne İngiliz ne de başka bir işgalci var.
Bu ülke bizim, 1923’den bu yana.
Ama kendi yurdumuzu biz kendimiz yağmalıyoruz.
Fetih ve Kurtuluş Törenleri Yerine “Yarınların İnşası”
Her yıl aynı sahneler:
Kurtuluş haftaları, işgalden kurtulma törenleri, millî marşlar, resmi geçitler…
Ama kime karşı?
Kimi yendik, kimden kurtulduk?
Oysa bugün Yunanistan’la savaştaymışız gibi yapılan törenler, bizi geçmişte donmuş bir bilinçle yaşamaya mahkûm ediyor. O ülkelerle çoktan barıştık. Kimiyle aynı ittifakların içindeyiz. Ortak yatırımlar yapıyor, turizmden kültüre köprüler kuruyoruz.
Ancak hâlâ “düşmanı denize döktük” refleksiyle yaşıyoruz. Oysa artık denize döktüğümüz bir düşman yok. Tam aksine denize, ormana, toprağa, geçmişe ve geleceğe döktüğümüz kendi değerlerimiz var.
Gerçek fetih; betonlaşmış şehirleri yeniden yaşanır hale getirmek bence.
Gerçek kurtuluş; yolsuzluktan, cehaletten, liyakatsizlikten, tüketim çılgınlığından, kibirden kurtulmak.
Gerçek zafer; kendi yurttaşının adaletine, ekmeğine, umuduna sahip çıkabilmek.
Bu Ülkeyi Kimden Kurtaracağız?
Cevap basit: Kendimizden.
Yani, günübirlik ranttan, vizyonsuz kalkınma modellerinden, doğayı yok sayan projelerden, tarihî dokuyu hiçe sayan anlayışlardan, yerli-yabancı demeden satılan değerlerden, kendi milletine yabancılaşan karar vericilerden…
Biz bu ülkeyi düşman işgalinden değil, “dost görünen ama geleceğimizi kemiren” kendi alışkanlıklarımızdan kurtarmak zorundayız.
Çünkü İstanbul’u bir daha fethetmemize gerek yok.
Ama yeniden korumamız gerekiyor.
İzmir’i işgalden kurtarmamıza gerek yok.
Ama kıyılarını ve kültürünü, rant işgallerinden kurtarmamız şart.
Malazgirt kazanıldı evet, ama Anadolu’nun bereketi hâlâ kaybediliyor.
Kazdağları’nda, Salda Gölü’nde, Hatay’ın zeytinliklerinde…
“Burası Bizim” Demekle Olmaz
Evet, burası bizim.
Ama bu sahipliğin hakkını vermek, geçmişe ağıt yakmakla, yüzlerce yıl öncesinin savaşları ile öğünmekle değil, bugünü akılla yönetmekle olur.
Bu toprakları Pers’ten, Roma’dan, Bizans’tan, Selçuklu’dan, Osmanlı’dan devraldık.
Bizden sonra gelecek nesillere ne bırakacağız?
Çökertilmiş şehirler mi?
Kurumuş nehirler, tükenmiş topraklar mı?
Yoksa adaletli, yaşanabilir, vizyon sahibi bir ülke mi?
Son Söz: Kutlamadan Kalkınmaya
Artık millî bilinç törenlerle değil, üretimle, bilimle, adaletle, yeşille, eğitimle gösterilmeli.
Kurtuluş günü kutlamaları yerine, “geleceği inşa günleri” başlatılmalı.
Sahip olduğumuz mirası, sadece anmakla değil;
Yaşatmakla, korumakla, büyütmekle sorumluyuz.
Gerçek zafer;
Kendi vatanına düşman gibi davranmaktan vazgeçmektir.
Gerçek fetih;
Kendi ülkesine adalet, liyakat ve umutla yön verebilmektir.
Çünkü artık “Burası Bizim” demek yetmez. Zaten bizim, işgal ve yağmalama dönemi çoktan bitti.
“Burasını yaşanır, sürdürülebilir, adil bir yurt haline getirmek” gerekiyor şimdi.