Kutsal tepeler üzerindeki kızıl güneş ışığını seyretmeye doyamadığım Çanakkale’deyim.
Gallimard’ın yazarlarından Sedef Ecer geçen yılbaşını beraber geçirdiğimiz bu kentte bana, kapağında “Günce” yazan, o ünlü yayınevinin kitaplarıyla kapak tasarımı, kâğıt kalitesi ve boyutlarıyla birebir aynı ama sayfaları boş bir defter hediye etmişti.
Büyük bir zarafetle “Bu yıl notlarınızı belki buna yazarsınız” diyerek.
Defterin sadece ilk sayfasında tek bir cümle vardı.
“Le soleil de l’homme, c’est l’homme.
Gerisi boş, bembeyaz sayfalar.
Ben, giderek daha fazla insanın yapay zekâyı “insanlığın kurtuluşu” olarak gördüğünü, kendini buna inandırdığını düşünüyorum.
Teknoloji yazılarında, sosyal medyada hatta günlük sohbetlerde bile şu (veya benzeri) bir fikir dile getiriliyor:
“İnsan yetersizdir; çözümlerimizi artık makineler üretecek.”
Bazıları yapay zekâyı, insanın tarihsel hatalarını telafi edecek bir tür “üst bilinç” olarak dahi idealize edecek kadar kendinden emin (veya, geçmiş) hâldeler.
Bu söylem elbette tarih boyunca başvurulmuş diğer “kurtarıcı figürleri” zincirini de akla getiriyor:
Tanrılar, peygamberler, ideolojiler, liderler…
Şimdi de, son halka: Makineler.
Bugün “yeni çağın güneşi”, algoritmalar ve veri merkezlerinden doğuyor gibi.
Ama bu bakışta gözden kaçan temel bir gerçek yok mu:
İnsan, ‘kendi ışığını’ unuttuğunda, her parlak nesne ona güneş gibi görünebilir.
Hep kendinin dışında bir ‘güneş’ peşinde insanlık. Yol gösteren, umut veren, varoluşumuza anlam katan.
Ama belki de asıl güneş içimizdeydi.
Onu başka yerlerde aradığımız için göremedik.
Karl Marx’ın Hegel eleştirisinde yer verdiği, hediye defterin ilk sayfasındaki cümle, yalnızca bir felsefi alıntı değil, aynı zamanda bir çağrı:
“İnsanın güneşi, insandır.”
Yani insan, kendi kurtuluşunun kaynağıdır. Kendi ışığını yaratabilir.
Ama “önce kendini yapmaya mahkûmdur.”*
Sedef’in incelikli hediyesine yazdığım bu not, aktardığım düşüncelere dayanarak, teknolojiye tapınmadan, ama geçmişe de dönmeden, özgürlüğü yeniden düşünmeye iyi niyetli bir davet gibi olsun isterdim.
Mesela, Camus’un şu dediği bence bize bir başlangıç olabilir:
“İsyan eden insan, evet demek yerine hayır der.
Ve hayır dediği anda insan olur.”
***
*J.P. Sartre