Ortadoğu’da ateş yeniden yükseliyor. 13 Haziran 2025 gecesi İsrail’in İran’a yönelik nükleer ve askeri tesislere düzenlediği saldırılar, yeni bir jeopolitik dalgayı tetikledi. İran’ın hızlı misillemeleri ve bölgedeki SİHA, füze atışlarıyla başlayan bu yeni çatışma süreci sadece iki ülkeyi değil, tüm bölgeyi ve ötesini etkiliyor.
Ancak bu, sadece yeni bir kriz değil, Türkiye için çok daha ağır bir sınavın da habercisi olabilir.
En Kötü Senaryo: İran’dan Sonra Türkiye mi Hedefte?
Bugün İran’ın yaşadığı gerilim, sadece kendi sınırlarını aşan bir tehdit. Bölgeyi parçalayan, enerji yollarını kesen, ekonomik dengeleri alt üst eden bu karmaşa, kısa vadede Türkiye’ye doğrudan bir saldırı gibi görünmese de, orta ve uzun vadede Türkiye’nin de risk altında olduğunu açıkça gösteriyor.
İsrail’in bölgedeki askeri varlığını artırması, İran’ın nükleer kapasitesini geliştirmesi ve ABD-Rusya-Çin gibi süper güçlerin bölgedeki nüfuz mücadeleleri düşünüldüğünde, Türkiye önümüzdeki 5-10 yılda jeopolitik olarak İran’dan sonraki öncelikli hedef haline gelebilir. Özellikle;
-Güney sınırlarımız boyunca oluşturulan kuşatma hatları,
-YPG’nin yeniden silahlandırılması ve terör eylemlerinin yeniden baslamasi,
-Irak, Lubnan ve Suriye’deki kaotik yapı ve dış güçlerin müdahaleleri,
-Enerji koridorlarında artan baskılar,
-Türkiye’nin güvenlik ortamını son derece kırılganlaştırıyor.
Türkiye, Bu Krizi Nasıl Avantaja Çevirebilir?
Böyle bir senaryoda Türkiye’nin pasif kalması kabul edilemez. Aksine;
Bölgesel Hızlanma ve Öncelikli İşbirlikleri:
Türkiye, güneydeki sınır güvenliği ve enerji koridorlarının korunması için bölgesel ittifaklarını derinleştirmeli. Irak ve Suriye’deki fiili otorite boşlukları, Türkiye’nin devreye girmesi için fırsat sunuyor. Özellikle Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ve Suriye’deki ılımlı muhalif gruplarla kapsamlı işbirliği yaparak, terör örgütlerinin sınır ötesi faaliyetlerini engelleyecek güvenlik kuşağı oluşturulmalı. Aynı zamanda İran’la doğrudan çatışma riskine karşı diplomatik kanallar açık tutulmalı, gerektiğinde ara buluculuk rolü üstlenmekten çekinilmemeli.
Enerji Bağımsızlığı ve Alternatif Koridorlar: Türkiye’nin 65 milyar doları aşan enerji faturası krizle birlikte daha da büyüyecek. Bu nedenle yenilenebilir enerji yatırımları hızlandırılmalı, yerli enerji üretimi artırılmalı, yeni enerji koridorları için diplomatik girişimler ve altyapı projeleri (örneğin TAP, TANAP gibi) desteklenmeli. Ayrıca karbon salımını azaltacak teknolojiler ve yeşil hidrojen projelerine öncelik verilmeli.
Savunma Sanayi ve Askeri Modernizasyon: 500 bini aşkın profesyonel askeri ve güçlü savunma sanayimizle, hem caydırıcılık hem de savunma kapasitesi artırılmalı. İnsansız hava araçları, ileri hava savunma sistemleri, elektronik harp ve siber güvenlik yatırımları artırılmalı. Kritik askeri üs ve stratejik noktalar güçlendirilirken, lojistik ve istihbarat altyapısı da bölgesel hızlanmaya paralel geliştirilmelidir.
Çok Katmanlı Diplomasi ve Çok Kutuplu İttifaklar: NATO üyeliği Türkiye’nin Batı ile bağlarını sağlam tutarken, Doğu ile ilişkiler de geliştirilmelidir. Rusya, Çin ve bölgesel güçlerle dengeli, pragmatik ilişkiler gozden gecirilmeliı. Iyi sinav vermeyen İslam İşbirliği Teşkilatı, D-8, Türk Devletleri Teşkilatı gibi platformlar etkin kullanılarak bölgesel dayanışma artırılmalı. Ayrıca AB ve ABD ile yapıcı diyalog kesilmemelidir. Türkiye, bölgedeki çok kutuplu dengeleri yönetebilecek bir oyun kurucu pozisyonuna geçmelidir.
Toplumsal Dayanıklılık ve Ekonomik Hazırlık: Savaş ve kriz dönemlerinde toplumsal dayanıklılık hayati. Bilinçli kriz yönetimi, ekonomik reformlar ve sosyal destek mekanizmaları hızlı uygulanmalı. Enflasyon ve işsizlik gibi iç sorunlar kontrol altına alınmalı, halkın güveni sağlanmalıdır.
Türkiye’nin Zamanı Geçiyor, Aksiyon Zorunlu
Bugünkü “endişeliyiz”, “diyalog çağrısı yapıyoruz” açıklamaları, artık hem ülke hem de bölge için yetersiz kalıyor. Türkiye, sadece bölgedeki yangını söndürmeye çalışmakla kalmamalı, aynı zamanda küresel ve bölgesel gelişmeleri önceden görerek guc politikalarini esas alan adım atmalı.
Boşluk tanımayan bu coğrafyada Türkiye’nin yerini ve rolünü yeniden tanımlaması şart. Önümüzdeki krizler daha karmaşık ve yıkıcı olabilir. Eğer biz hazırlıklı olmazsak, başkaları bu fırsatı değerlendirecek ve Türkiye dışlanacaktır.
Masada yer almak, sadece bir tercih değil, hayati bir zorunluluk.