Sabah savaşa uyanmak: Bu dünya düzeni sürdürülebilir mi?
22 Haziran 2025

Diyelim ki Donald Trump sahiden bir “çılgın” hatta “deli”dir. Klinik derecede narsist ve egoisttir.

Diyelim ki Binyamin Netanyahu kendi siyasi geleceğinden başka bir şeyi düşünmeyen, bu uğurda en temel insani özelliklerinden bile vazgeçmiş bir siyasi oportünist ve narsisttir.

Tamam da, bu kişisel özellikler onlara bütün dünyayı ateşe atacak, insanlığın bunca zamanda, ama en çok 20. yüzyılın ikinci yarısında yıllarca uğraşarak oluşturduğu uluslararası hukuku ortadan kaldırma, hukukun yerine yeniden orman kanunlarını geçerli kılma hakkını verir mi?

Diyeceksiniz ki uluslararası hukuk ilk kez Donald Trump ve Binyamin Netanyahu tarafından yok edilmiyor; onlardan önce kaç tane Amerikan Başkanı ve İsrail Başbakanı oldu, hukuku ve insan onurunu hiçe sayan işlere kalkışan.

Kaldı ki bunu yapan sadece Amerika ve İsrail de değil. Rusya’nın Ukrayna’ya yaptıkları, Çin’in Tibet’e ve Sincan’a yaptıkları, Afrika’da yaşananlar, Haiti vs vs bir sürü örnek sıralanabilir.

Ancak kabul etmek gerekir ki, bu sabaha karşı Amerika’nın İran’a düzenlediği saldırıyla birlikte geçmişin bütün bu uluslararası hukuk ihlalleri tamamen yeni bir aşamaya geçti.

Bir an için İsrail ile İran arasında uluslararası hukukun hoşuna gitmese de tanımladığı türden bir “meşru” savaş olduğunu varsaysak bile Amerika’nın bir üçüncü ülke olarak bu savaşa dahil olması kabul edilebilir bir şey midir?

Kaldı ki ne İsrail’in İran’a yönelik saldırıları ne de İran’ın ona yönelik saldırıları herhangi bir biçimde “meşru” sayılabilir.

Üniversitede “Milletler Hukuku” okurken, bu hukukun kaydettiği önemli mesafeler için bazı kilometre taşları anlatılmıştı. Elbette uluslararası hukukun başlangıcını ta Hititler ile Mısır arasındaki Kadeş anlaşmasına kadar götürmek, oradan Roma İmparatorluğuna gelmek vs mümkün ama modern anlamda uluslararası hukuk 1648 yılında yapılan meşhur Westphalia Barış anlaşmasıyla başlar. Bu anlaşma sayesinde “ulusal egemenlik” konusu tanımlanır ve egemen ulusların birbirleriyle yaptıkları anlaşmaların “uluslararası hukuk”u oluşturduğu, kalıcı olacağı prensip olarak kabul edilir.

Ardından yaşanan önemli aşamaların tamamının (1814-15 Viyana sözleşmesi, 1919 Versay Barış Antlaşması, 1919 Cemiyeti Akvam Sözleşmesi, 1945 San Francisco Birleşmiş Milletler sözleşmesi) büyük savaşların ardından geldiği unutulmamalı.

Zaten BM anlaşmasında da açıkça yazıldığını görürsünüz, uluslararası hukuk egemen uluslar kendi aralarındaki sorunları savaş yoluyla değil barışçıl yöntemlerle çözebilsinler, hatta böyle sorunlar hiç yaşanmasın diye vardır.

Benim de üyelerinden biri olduğum bir WhatsApp grubunda dün önce Prof. Dr. Adem Sözüer’in o sırada henüz bir olasılık olan ABD’nin İran’a saldırısının neden uluslararası hukuka aykırı olduğuna dair açıklaması paylaşıldı. Ardından da uzun yıllardır yazılarını hep ilgiyle okuduğum Haluk Özdalga, bu paylaşımdan hareketle uluslararası hukukun yıpratılması, hatta ortadan kaldırılması hakkında bir tartışma başlattı.

Özdalga’nın başlattığı tartışma aklımı zaten meşgul ederken sabah ABD’nin İran’a saldırdığı haberiyle uyandım ve ben de oturdum bu yazıyı yazıyorum.

Birincisi şu: Eğer ABD saldırısı, İran’ın üç şehirdeki nükleer tesislerini sahiden onun iddia ettiği gibi yok ettiyse, savaş da bitti demektir. Çünkü gerek İsrail ve gerekse ABD bu saldırıları o nükleer tesislerin ortadan kaldırılması için yapıyorlardı; tesisler yok edildiyse savaşın da an itibarıyla bitmiş olması gerekir.

İran saldırının haberi daha tazeyken misilleme yaptı, İsrail’e yeni bir füze dalgası yolladı. Bu füzelerden bazıları İsrail savunmasını aştı, Hayfa kentine düştü. Yıkım fotoğrafları ve yaralanma haberleri var. Derken İsrail’in de Batı İran’da uçaklarıyla saldırmakta olduğu açıklandı.

Yani savaş bitmek bir yana daha da tırmanıyor. En azından ilk saatlerde durum bu.

İkincisi şu: Peki ya atılan taş ürkütülen kurbağaya değmediyse, yani Amerikan saldırıları İran’ın nükleer programına hasar verdi ama onları yok edemediyse? O zaman İran rejimi ne düşünecek, ne yapacaktır?

Üçüncüsü şu: İran, ABD saldırısından ve bu saldırının devamı olasılığından ürkse ve yarın masaya sahiden Donald Trump’ın maksimalist pozisyonu olan kayıtsız şartsız teslimi kabul ederek otursa dahi, bu saatten sonra imzalanacak bir uluslararası hukuk belgesinin anlamı olacak mıdır? İran neden bu belgede atılan imzaların gereğinin yerine getirileceğine inansın ve güvensin?

Dördüncüsü şu: İran için geçerli olan güvensizliğin aynısı Amerika ve İsrail için de geçerli olmayacak mı? Mollalar İran’ı yönetmeye devam ettiği ve temel ideoloji devrimi ihraç etmek olmayı sürdürdüğü müddetçe bu ülke güvenilmez kalmaya devam edecek.

Dolayısıyla benim bu dört maddeden çıkarımım şu: ABD ve İsrail ama şu anki savaş yöntemleriyle ama farklı yöntemlerle İran’da rejim değişikliği sağlayana kadar yaptıklarını yapmaya devam edecekler; onlar için aklın ve mantığın gereği bu.

Ama unutmayın, ABD’yi de İsrail’i yöneten akıl bildiğimiz rasyonel akıl değil; o aklın kendine özgü başka bir rasyoneli var, o da kendi siyasi geleceğini ve yönetme yetkisini sürdürmeyi garantiye almaktan kaynaklanıyor. O garantiyi sağlamak için yakmayacakları gemi, yıkmayacakları kural yok o liderlerin. (Tanıdık geliyor mu bu rasyonel?) Düşünün Netanyahu bunun için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde “Soykırımcı” suçlamasıyla yargılanmayı göze aldı.

Siyasi oportünizm o seviyede ki, Amerikan Başkan Yardımcısı JD Vance dün önce ülkesinin İran’a müdahalesine karşı olduğunu açıkça söyledi, bu sözlerinden birkaç saat sonra Başkan Trump’ın yanında İran’a müdahale haberinin ilan edilmesini izledi. Herhalde Trump, Vance’e İran’a bombaları yolladığını haber vermemişti.

Neyse bu “çılgın” liderlere, olağanüstü siyasi oportünistlere empati bir yere kadar. Biz konumuza geri dönelim:

Gerçi Haluk Özdalga “Kurallara dayalı uluslararası düzen” kavramının “uluslararası hukuk”un yerine kullanılmasına itiraz ediyor ve ben de onun itirazını anlayıp kabul ediyorum ama yine de söylemeden geçemeyeceğim: Dün denebilecek bir zamana kadar kurallara dayalı bir uluslararası düzen vardı, bugün yok.

Bir ülkenin diğer ülkenin toprağını önce işgal, sonra ilhak etmesi, yani haritaların savaş yoluyla değişmesi düne kadar tarihte kalmış eski bir olaydı, hayal dahi edilemezdi. Ama 2014’te Rusya gitti Kırım’ı ilhak etti. 2022’deki savaş sonrasında ise Ukrayna’ın üç bölgesi için daha ilhak kararı aldı. Yani haritayı değiştirdi ve haritadaki bu değişiklikler uluslararası toplum tarafından resmen kabul görmedikçe savaşını da bitirmeyeceğini söylüyor.

Şimdi İran sadece bölgesel bir aktör olan İsrail’in değil küresel aktör ABD’nin saldırısı altında.

Bu yeni tür uluslararası düzen sürdürülebilir mi? Yani, eski toprak iddiaları birden hortlar, dünyanın dört bir yanında yeniden savaş tamtamları çalmaya başlar mı?

Korkarım tehlike ciddi.

ÇOK OKUNANLAR